Yavuz Özkan, Yengeç Sepeti adlı filminde, uzun bir aradan sonra, baba evinde bir araya gelen üç kardeşin 48 saatini anlatır. Disiplinli bir baba ve zor zamanları hep alttan alarak atlatmış bir annenin büyüttüğü çocuklar hırslı, başarılı yetişkinler olmuştur. Büyük ağabey öfkeli ve tavizsiz bir emniyet müdürü; ortanca kız kardeş tanınmış bir haber spikeri, evin küçük oğluysa tasasız bir reklamcıdır.

Aile Senaryosu Nedir? Geleceğimizi Nasıl Etkiler?
Buluşmanın ilk saatleri tam da anne babalarının görmek istediği gibi yapmacık bir neşe ve uyum içinde geçer. Çocukluk anıları kahkahalarla anlatılır. Sonra küçük bir kıvılcım, yıllardan beri birikmiş kırgınlıkları, öfkeleri ortaya döker. Özgürlükçü kız kardeş, yasaklar ve kurallarla yaşayan ağabeyine bağımsızlık bayrağını çeker. İmalı sözler, geçmişin tartışmalarını su yüzüne çıkarır. Tehditler, hesaplaşmalar kardeşlerin kusursuzluk maskelerini düşürecek, süslü imajlarıyla girdikleri kapıdan, çocukluk kırgınlıklarını döküp saçarak çıkacaklardır. Ta bir sonraki buluşmaya kadar…
Dikkatli izleyicilerse Çehov dokunuşlu sahnelerin arasından bir tanesini -belki de bütün hikâyenin anahtarı olarak- zihinlerine kazıyacaktır. Dışarıda kavgalar sürerken yaşlı anne kapalı kapıların ardında eşine usulca fısıldamaktadır:
“- Büyük oğlanı o kadar çok dövmeyecektin!”

Peki Ya İstanbullu Gelin ?
Son zamanların iz bırakacak işlerinden biri olan İstanbullu Gelin de ise yaşadıkları güç savaşlarına rağmen bir arada kalabilmek için direnen bir ailenin hikayesine tanık oluruz. Gariptir bu ailede de kuralları savunan bir abi, yasaklara karşı çıkıp kendi özgürlüğü için direnen bir küçük kardeş vardır. İki ortanca kardeşten biri içine dönerek diğeri ise her şeye öfkelenerek var olmayı seçmiştir.
Dizinin senaristi Deniz Akçay’a her ailede kardeşlerin belirli rolleri olduğunu şöyle açıklar: ‘Bir makale okumuştum. Üç Çocuk Sendromu başlığını taşıyordu. Buna göre birinci çocuk her zaman kurban edilir. Çünkü anne ve babanın acemiliğine gelir. Yaşları ne olursa olsun, çocuk yetiştirmeyi bilmedikleri için anne ve baba onunla birlikte büyür. Yani her şeyi onda dener. Zaten kardeş gelince daha çabuk kenara atılır, daha çabuk hayata atılması beklenir. 3 yaşında bile olsa “Sen büyüksün,” denir ona. İkinci çocuk, yani ortanca çocuk krizi diye bir şey var.’
Peki dizide kardeşlerin ‘rol’ dağılımı nasılıdır? Akçay’a göre ‘Faruk, zaten Boranların üzerinden babanın veliahtı, işleri devralacak adam, annenin kocası. Fikret, onun yerini alabilmek için tırmalayan mücadeleci kardeş. Osman ise, önünde aşmak için iki büyük engeli olan kardeş. Osman ne yapıyor? Kaçıyor. Osman nasıl kaçıyor? Astımla. Neden hasta? Çünkü o diyor ki “Beni koruyun, kollayın. Annem beni korusun kollasın.” Şirkete de girmiyor. Kendi güvenli alanında bir koza örüyor. Astım, gerçekten onun çok tutunduğu bir hastalık. Annesi için her zaman üzerine titrenmesi gereken, mecburi olarak dışlanamayacak tek çocuk. Osman nasıl bir kadın buluyor? Şirket yöneten, babasının şirketini çekip çeviren yani neredeyse annesi gibi bir kadın çünkü Osman’ın yönetilmesi lazım.
İnsanlar diyor ki; “Osman gibi naif ve Süreyya’nın temsil ettiği şeylere âşık bir adam, nasıl Burcu gibi yırtık bir kızla beraber? Aslında Burcu, tam da Osman’a göre bir kız çünkü Osman, Süreyya için cenge çıkamaz. Süreyya ve Faruk hayatında olmasaydı, Süreyya gibi bir karakter için, aşk için, herhangi bir şey için cenge çıkamaz. Yönlendirilmek ister. İşte Osman bu kadar zayıf olunca, Fikret’in zaten arkaya döndüğünde mücadele edeceği biri yok. Bir tek tekne kazıntısı Murat var ve o da Osman’dan ziyade Fikret’i gözünde abi yerine koyuyor -kısmen benim gözümde de.- Faruk için Osman nasıl küçük ve kollanacaksa, Fikret’in de Murat’ı var. Eşitlenmiş oluyorlar. Dolayısıyla Osman, bilinçli seçimleriyle, hastalığı, naifliğiyle ve kırılganlığıyla, Murat da en küçük oluşundan ve aralarındaki yaş farkı nedeniyle Fikret’in gözünde yarıştan çekiliyor. Baba da olmadığından, mücadele etmek için Fikret’e kala kala annesi ve Faruk kalıyor.’
Aile Senaryosu Nedir?
Hayat hakkında yeterince deneyim kazanmış herkes kalabalık aile buluşmalarının ne kadar tehlikeli olabileceğini bilir. Bayram yemekleri, yılbaşı kutlamaları; her an aile üyelerinin uçları zehirli minicik oklar fırlatıp, birbirlerini yaraladıkları, geçmiş kavgaların rövanşını almak için yeni cepheler açtıkları bir savaşa dönüşebilir. Sadece aile üyelerinin sahip olabileceği o özel hak sayesinde, ailenin diğer üyeleri hakkında yorum yapma, kazanç ve kayıplarımızdan onları sorumlu tutma hakkını buluruz kendimizde.
Aile üyeleri, birbirlerine başkalarına asla olamayacakları kadar saldırgan ya da öfkeli davranabilir, dışarıdan birine asla olamayacak kadar kırılgan olabilir. Bunun nedeni onların bir aile olmasıdır. Çoğu insan nasıl bir ailenin içine doğduğu üzerine fazla kafa yormaz.
Büyük Kopuşlar Yaşamadığımız Sürece Ailemizi Sorgulamayız
Ailemiz, çocukluğumuzun belleği, hem doğal sığınağımız hem de sınırlarının dışına çıkıp kanat çırpmak için en çok çaba gösterdiğimiz kozamızdır. Birçoğumuz büyük tartışmalar, kopuşlar, travmalar, acılar yaşamadığımız sürece içine sığındığımız bu kozayı sorgulamaz ya da üzerimizdeki etkisini düşünmeyiz. Ailelerimiz, iyisiyle kötüsüyle bizimdir. Kimi zaman onlar bizim kalkanımızdır, kimi zaman da biz onların. Anne babasıyla, kardeşleriyle uyumsuz, mutsuz olduğunu düşünenler bile, zor zamanlarda ailelerini koruma görevini istekle yerine getirir; çünkü aile böyle bir şeydir, içinde gönlümüzce ve sınırsızca cirit atıp ihtiyaç duyduğumuzda içine saklanabileceğimiz bir yuva.
Varoluş savaşlarımızın ilk antrenmanlarını yaptığımız, ilk yaralarımızı aldığımız, ilk cephelerimizi kazandığımız yer. Ortak yönleri olsa da aslında her aile birbirinden çok farklı, hatta benzersizdir. Onları benzersiz kılansa sahip oldukları değerler bütünüdür. Bu değerler bütünü bir anlamda o ailenin kendisine özgü misyonu ya da bazı psikologların adlandırdığı şekliyle o ailenin senaryosudur.

Aile Senaryosu İlişkinin Başladığı İlk Anda Yazılmaya Başlanır
Aile senaryosu bir yandan aile üyelerinin beklentileriyle şekillenirken bir yandan da aile üyelerinin geleceğini şekillendirir ve daha kadın ve erkeğin tanıştığı, ilişkinin başladığı ilk günlerden itibaren kaleme alınmaya başlanır. Bu benzersiz senaryonun bazı bölümleri ailenin içindeki ve dışındaki herkes tarafından bilinse de senaryonun büyük bölümü sadece aile üyelerinin sezebileceği, üstü örtük, konuşulmayan bilgilerden oluşur.
Bir aile senaryosu nasıl işler?
Eşlerin birbirine, ilişkilerine, çocuklarına ve aile olmaya yükledikleri anlam, ilişkilerinden beklentileri, gereksinim ve bir araya geliş amaçları bir aile senaryosunun köşe taşlarını oluşturur. Daha önemlisi, tıpkı bir tiyatro sahnesindeki ya da bir filmdeki gibi aile üyelerinin her birine biçilmiş roller, o rolün karakterinden beklenen performanslar, duygusal tepkiler, başarı veya başarısızlıklar önceden belirlidir. Aile senaryosu, yıllar içinde aile yaşamının bütün önemli dönüm noktalarını belirler.
Aile üyelerinden kimin öfkeli çıkışlardan, kimin geri çekilişlerden sorumlu olacağını, yıllarca hep benzer temalarla tekrar edecek kavgaların konularını, zorlu anlarda verilecek tepkileri, ailenin kızanının, susanının, kazananının, kaybedeninin, yük taşıyanının kim olacağını, coşkuların, mutlulukların, kayıpların nasıl yaşanacağını satır satır yazar bu senaryo.
Eşler kim bilir hangi ihtiyaçlarla onlarca insan arasından birbirlerini bulmuş, hangi eksiği, hangi yarayı kapatmanın, hangi sorumlulukları paylaşmanın sözlerini vermiştir birbirlerine. Senaryolar bunun için vardır; sözlere dökemediğimiz eksiklerimiz tamamlansın diye ve eşler -çoğu zaman varlığından kendilerinin de haberdar olmadığı- bu görünmez senaryoyu sırtlayıp yürümeye, duygusal, ekonomik ve sosyal onlarca sorunun içinde kendi ilişkilerini sürdürüp var olmaya çalışırken hem çok beklenen hem de hiçbir zaman hazırlıklı olunamayan şey olur: Senaryoya bir çocuğun katılacağının haberi alınır..
Yazının devamını Aile Senaryosu Nedir? Çocuğunuzun Kişiliğini Nasıl Şekillendirir? – 2 başlıklı yazımızdan okuyabilirsiniz.














