Kaliforniya Üniversitesi Psikoloji ve Sosyal Davranış Bölümünden Profesör Candice Odgers son dönemlerde gerçekleştirilen araştırmalardan yola çıkarak gençlerin cep telefonu alışkanlıklarına dair bilgiler veriyor.
Soru: Aileler ve eğitimciler çocukların cep telefonu kullanımı ve ekran süreleri konusunda seslerini giderek daha fazla yükselirken bir başka bakış açısı çocukların ruh sağlığı sorunlarının da dijital araçlardan kaynaklandığı fikrini savunuyor. Bu bilgi ne kadar doğru? Cep telefonu kullanımı gerçekten çocuklarda içedönüklüğe, özgüven eksiliğine, depresyona ya da benzer duygu durum bozukluklarına yol açıyor mu?
Candice Odgers: Cep telefonları ve sosyal medya kullanımının çocukları duygusal olarak olumsuz etkilediği fikrinin çok fazla savunucusu olsa da bu inancımızı destekleyecek yeterince araştırma sonucumuz yok. Gençlerdeki depresyon belirtileri ile ekran kullanım sürelerinin fazlalığı arasında doğru orantılı olduğunu biliyoruz. Ancak bu depresif duyguların gerçek nedeninin uzun ekran süreleri olup olmadığını kesin olarak söyleyemeyiz.
Örneğin kısa zaman önce gerçekleştirilmiş bir araştırma depresyonla dijital medya kullanımı arasındaki ilişkinin kızlarda sadece %1’lerde kaldığını, erkeklerde ise böyle bir bağlantının olmadığını oraya çıkardı. Rakamlar ifade etmek gerekirse, gençlerin %99.64’ünün depresif duygularını başka etmenler tetikliyor.
Soru: Peki bu araştırma verilerini nasıl yorumlamalıyız? Bugüne kadar gerçekleştirilen hemen hemen tüm çalışmalar depresyonu olan ergenlerin aynı zamanda ekran başında da ortalamanın üstünde vakit geçirdiklerini gösteriyordu?
Candice Odgers: İçedönük, özgüveni düşük ya da depresyon yaşayan gençlerin dijital araçlarla daha fazla zaman geçirdiklerini biliyoruz. Emin olmadığımız bu olumsuz duyguların nedeninin teknoloji olup olmadığı. Yani cep telefonu ve sosyal medya olumsuz duyguları tetiklemiyor bunun yerine gerçek hayatlarında olumsuz duygular yaşayan çocuklar dijital araçlara sığınıyor olabilirler. Örneğin 120 000 ergen üzerinde gerçekleştirilmiş İngitere kaynaklı bir başka çalışma da ruhsal iyi olma ile ile ekran süreleri arasında güçlü bir bağlantı olmadığını gösteriyor. Hatta henüz deneyleri sürdürülen ve digital iletişimin çocukların içedönüklüğüne iyi geldiğini gösteren araştırmaların varlığından bile söz edebiliriz.
Soru: Yani olumsuz duygular yaşayan, özgüveni düşük gençlerin dijital araçlara daha düşkün olduğunu söylüyorsunuz.
Candice Odgers: Evet, asıl altının çizilmesi gereken bilgi ise şu. Sosyal medya, gerçek hayatla ilişkisi olmayan, günlük hayattan kopuk bir alan değil. Sosyal medyada olumsuz deneyimler yaşayan, zorbalık gören gençler aslında bu güçlükleri gerçek hayatlarında da yaşıyorlar. Sosyal medya yaşanan sorunların kaynağı değil gerçek hayatta da yaşanan olumsuzlukların tekrar yaşanabileceği bir alan; sosyal medya çocukların günlük hayatlarında yaşadığı sosyalleşme sorunlarını büyüterek gösteren bir çeşit ayna gibi çalışıyor.
Kendi hayatlarında iletişim sorunları yaşamayan, bilinçli, dikkatli gençler sanal ortamlarda büyük problemler yaşamıyor ya da depresif duygulara girmiyorlar. Yani bilinçli çocuk yetiştirmeyle ilgili eski bilgiler, kurallar hala geçerli.
Ailelerin sıklıkla yaptığı gibi sosyal medya çocuklar için çok kötüdür ya da çok iyidir gibi siyah beyaz bir yaklaşım geliştirmek yanlış. Hangi uygulamanın, hangi tutumun iyi olduğunu anlamamız ve iyi uygulamaları yaygınlaştırmaya çalışmamız gerekiyor. Hatta elimizde aileleri tarafında doğru yönlendirilerek teknolojiyi doğru kullanan çocukların sayısının arttığına ve gençlerin sosyal medyayı bir sosyalleşme aracı olarak yetişkinlerden çok daha verimli kullandıklarına dair veriler de var.
Soru: Yani Çocuklarımızın Ekran Sürelerini Kısıtlamayalım mı?
Candice Odgers: Hayır. Tabi ki çocuklarımızın ekran sürelerini kısıtlamaya, dijital deneyimlerini kontrol etmeye ve ne yaşadıklarını izlemeye devam edelim.
Net olarak ifade etmek gerekirse, ergenler arasındaki depresyon ve intihar eğilimi yakın gelecekten yüzleşmek zorunda kalacağımız en önemli sağlık krizlerinden bir olarak önümüze çıkacak gibi görünüyor.
Bu yüzden mobil telefonların ve sosyal medyanın çocuklarımızın hayatlarını nasıl etkilediğini anlamamız gerekiyor. Bunun yaparken ise sadece tek bir noktaya odaklanmak yerine hem dijital araçların etkilerine hem de gençlerin duygusal sorunlarının kaynaklarına çok daha geniş bir pencereden bakmamız gerekiyor.
Soru: Aileler cep telefonu kullanımı yönetmek için farklı teknikler geliştirirse çocuklarının gelişimine daha mı fazla katkıda bulunurlar?
Candice Odgers: Ailelerin geliştirebileceği en önemli stratejinin standart tepkiler yerine dijital medya üzerine düşünmeleri olduğunu düşünüyorum. Teknolojik araçlar hayatlarımızdan çıkmayacak hatta her geçen gün çocuklarımız üstünde daha etkili olacaklar. Bu nedenle aileler teknolojik araçları günlük hayatlarının içine nasıl alabilecekleri üzerinde düşünmeli ve çocuklarının sınırları üzerinde düşünmeye devam etmelidirler.
Bununla birlikte çocuğun ergenliğe girmesiyle birlikte ailelerin sınır koyma becerisi azalacaktır. Ancak tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi dijital alanda da iyi ebeveynlik çocuğun ne yaptığından, ne hissettiğinden haberdar olmayı ve çocuğunu iyi tanımayı gerektirir. Güçlü ilişkiler, karşılıklı açık iletişim çocukları tıpkı gerçek hayata olduğu gibi sanal hayata da çocuklarımızı tehlike ve risklerden korumanın en önemli yoludur. Kısıtlayıcı, engelleyici ve cezalandırıcı tutumlar da her zaman olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bu anlamda ailelerin çocuklarının dijital araçlarla ne kadar zaman harcadıkları kadar ne yaptıkları da önemlidir.
Soru: Siz bir de Dijital Uçurum kavramından söz ediyorsunuz. Bunun ne anlama geldiğini anlatabilir misiniz?
Geleneksel olarak Dijital Uçurum kavramı teknolojilere ulaşma olanakları arasındaki farklı ifade etmek için kullanılır. Her geçen gün bu ulaşım olanağının daha da arttığını ve aradaki farkın kapandığını görüyoruz. Bugün yeni çeşit bir Dijital Uçurumun varlığıyla karşı karşıyayız. Bu uçurum ergenlerin online deneyimlerinin farklılığıyla ifade edilebilir. Gerçek hayatta da zaten riskli gruplarda yer alan ergenler, yaşadıkları online deneyimlerle bu risklerini giderek arttırabilirler.
- Örneğin Birleşik Devletlerde düşük gelirli ailelerin çocukları, orta sınıf ailelerin çocuklarından günde 3 saat daha fazla dijital araçlara zaman ayırmakta ve iki grubun seçtiği dijital faaliyetler de farklı olmaktadır.
- Orta sınıf ailelerin çocukları online olarak daha çok okuma ya da bilgi araştırması yaparken düşük gelirli ailelerin çocukları daha çok gerçek hayatta da çatışma yaşamalarına neden olan sosyal medya hesaplarına ve oyunlara yönelmektedir.
- Düşük eğitimli ve düşük gelirli ailelerin çocukları, orta sınıf ailelerin çocuklarına göre daha kontrolsüz ve desteksiz olarak dijital araçları kullanmakta; buna karşın 2014 yılında 3500 denekle gerçekleştirieln bir Avrupa çalışmasının gösterdiği gibi orta sınıf aileler çocuklarıyla aktif olarak dijital platformlar, oyunlar ve diğer faaliyetleri yakından ilgilenmektedir.
- Genel olarak, gerçek hayatta daha fazla sorun yaşayan ergenler sanal hayatta da sorunlar yaşamakta örneğin sosyal medya paylaşımlar gerçek hayatta da zorbalık, kavgalar gibi sorunlara yol açmaktadır.
Yani, ergenlerin duygusal sağlıklarını ve genel iyi olma hallerini tehdit eden dijital teknolojiler değildir. Hatta pek çok ergen dijital teknolojilerden faydalanmaktadır. Sorun yukarıda da belirttiğimiz gibi dijital teknolojilerin bazı ergenlere fırstlar sunarken bazı ergenler için risk ve tehdit oluşturmasıdır.
Aileler ve eğitimciler şunu bilmelidir. Sanal ortamlardaki risk gerçek hayattaki risklerden çok farklı değildir. Dijital ve sosyal alanlar yeni olmakla beraber gençler açısından sosyal iletişime dair eski kurallarla varolunabilecek yerlerdir. İyi ebeveynliğin geleneksel kuralları, sanal alemlerde de çocuklarımızı korumak için geçerlidir.
Sabine Gysi tarafından Profesör Candice Odgers’le gerçekleştirilen ‘Blaming smartphones, but missing the point’ adlı 2.Şubat. 2018 tarihli röportajın çevirisidir.
Çeviren: Büşra Özen