Bir çocuğa başarı inancını nasıl aşılarsınız? İçine eğer isterse yapabileceği duygusunu nasıl yerleştirirsiniz? Çocuğunuzun özgüvenini nasıl inşa edersiniz? Bu yazıda size başarı inancının çocukların kaderini nasıl değiştirebileceğini, eğitim tarihinin en ünlü deneylerinden birinin yardımıyla anlatmak istiyoruz.
Eğitim dünyasının belleklerde en çok iz bırakmış çalışmalarından biri yaklaşık 50 yıl önce, Rosenthal ve Jacobson tarafından ABD’de gerçekleştirilmiştir. Batıda eğitimcilerin sıklıkla referans aldığı ve günümüzde de eğitim fakültelerinde aktarılan bu tanınmış çalışma, ülkemiz eğitim literatüründe çok fazla yer bulamamıştır.
Eğitim tarihine, Rosenthal ve Jacobson deneyi olarak geçen ve pedagojik açıdan önemli izler bırakan bu çalışma pek çok eğitimcinin öğrencilerine yaklaşımını da değiştirmiştir. Gelin şimdi bu önemli deneye yakından bakalım:
Yepyeni Bir Öğrenme Testi
1968 öğretim yılının ilk günlerinde, bir grup eğitim araştırmacısı Kaliforniya’daki ilkokulların kapısını çalar ve öğretmenlere yeni geliştirilmiş bir test tanıtırlar . Bu test, ‘hangi öğrencilerin daha iyi öğreneceğini ve akademik olarak başarılı olacağını” kolaylıkla değerlendirebilecek yepyeni bir testtir. Uygulandığında öğretmenlerin öğrenme kapasitesi en yüksek öğrencileri tespit etmesini böylece daha başarılı olmasını sağlayacaktır.
Araştırmacılar girdikleri sınıflarda testi uygular ve birkaç gün sonra her sınıfın en zeki öğrencilerinin isimlerini öğretmenlere teslim ederler. Dönem sonunda geri gelip seçilmiş öğrencilerin gelişimini yeniden ölçeceklerini de sözlerine ekler ve giderler.
Öğretmenlere Özel Görev
Şimdi öğretmenleri büyük bir görev beklemektedir. Öğrencilerin içindeki ‘cevheri’ ortaya çıkartacaklardır! Ancak garip şekilde listelerde adı geçen öğrenciler sınıflarının çalışkan, başarılı öğrencileri değildir. Hatta neredeyse hepsi sınıflarının en sessiz ve yavaş öğrenen çocuklarıdır. Bir başka deyişle her birinin ilerlemek için özel desteğe ihtiyaç olacaktır!
Böylece hummalı bir çalışma başlar. Sınıf öğretmenleri yıl boyunca , kendi ellerine teslim edilmiş ‘altın çocuklar’a daha çok şey öğretmek için çalışırlar. Derslerini o çocukların gözlerine bakarak anlatır, onların sorularına daha detaylı cevaplar verirler. Eğer bu özel öğrenciler ödevlerini yapamazlarsa -daha önceki gibi ceza vermez- eksiklerini düzeltirler. Bir konuyu anlayamazlarsa -daha önceki gibi eleştirmez- anlayıncaya kadar defalarca tekrar ederler. Verdikleri her doğru cevabı, yaptıkları her yorumu daha fazla onaylar; küçük hatalarını görmezden gelerek öğrencilerini cesaretlendirirler.
Her Şey Bir Kurmaca!
Aslında araştırmacıların uyguladıkları testler sıradan IQ testleridir. Üstelik test sonucunda öğretmenlere verilen ‘hızlı öğrenecek’ öğrencilerin isim listesi, sınıfın zayıf öğrencilerinin arasından rastgele seçilmiş bir isim listesidir. Amaç öğretmenlerin öğrencilere dönük ilgisini dönüştürebilmek ve o güne kadar derslerle yeterince çalışmadığı için öğretmenlerinden daha az destek alan öğrencilerle daha fazla ilgilenilmesini sağlamaktır.
Olumlu İlgi ve Beklenti: Başarının Anahtarı
Peki tüm çabanın sonunda ne olur? Eğitim tarihine, Rosenthal ve Jacobson deneyi olarak geçen bu önemli deneyin sonuçları pedagojik açıdan benzersizdir. Öğretim yılı sonunda okula gelip aynı öğrencilere yeni bir IQ testi uygulayan araştırmacılar beklenmedik bir sonuçla karşılaşırlar. Rasgele seçilen ve çoğu ortalama başarı gösteren öğrenciler, IQ test sonuçlarında 10-15şer puanlık artışlara ulaşmışlardır.
Sonraları “Kendini Gerçekleştiren Kehanet” adıyla ünlenen bu deney günümüzün baskın zeka teorilerinin, seçmeci eğitim modellerinin arasında unutulup gitse de bir çocuğun gelişiminin, öğrenmesinin çoğu zaman basit bir koşula bağlı olduğunu gösterir bize: Olumlu ilgi ve beklentiye!
Aylar süren gözlemden sonra Rosenthel ve Jacobson da öğrencilerin ortaya koyduğu başarıyı öğretmenlerin bu öğrencilere daha fazla destek olmalarına ve onlardan başarı beklemelerine bağlamışlardır. Seçilen öğrencilerin başarılı olacağına kayıtsız şartsız inanmış olan öğretmenler, hem ders ortamında hem de ikili ilişkilerinde öğrencilerine güvenmiş ve ona göre davranmışlardır. Normal koşullarda inat, ilgisizlik, tembellik olarak niteleyecekleri davranışları bile öğrenme engeli olarak yorumlamamış, öğrencilerin içindeki potansiyeli açığa çıkarmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Tam Tersi de Geçerli …
Bu sonuç pek çok eğitimcinin aklına tam tersi durumun da geçerli olup olmayacağı sorusunu getirir. Olumlu beklenti ifade edilen öğrencilerin gelişimi ve IQ düzeylerini yükseliyorsa; olumsuz ilgi gören öğrencilerin öğrenme kapasiteleri gerilemez mi? Bu sorunun yanıtı da maalesef olumludur.
Hatta çocuğun gerilemesi için öğretmenin ilgisinin ortalamanın altına düşmesi bile gerekmez. İlginin hep aynı düzeyde seyretmesi bile, öğrenciye fark edilmediği, beğenilmediği duygusunu hissettirir. Çünkü sıra dışı dönüşümler, sıra dışı desteklerle ve beklentinin ifade edilmesiyle sağlanır. Güveninizi gösteremediğimiz, ‘sana güveniyorum, sen başaracaksın!’ diyemediğimiz öğrenciler kendilerinde bu özgüveni bulamazlar.
Öte yandan, deneyimli öğretmenler Rosenthal ve Jakobson deneyine gülümseyerek bakarlar. Çünkü ilgi ve beklentiyi doğru ifade ederek çocuğa dokunmak onların bildiği onlarca küçük sırdan sadece bir tanesidir. Öğretmenleri tarafından fark edilmiş, olumlu destek almış öğrencilerin hayatları sonsuza kadar değişirken, bize de o soruyu sormak kalır: Daha çok öğrenciye ulaşmak, dokunmak, geleceklerini değiştirmek için gücümüz yok mu?
Bu makale ilginizi çektiyse “Başarı İnancı: Çocuğunuzun Kaderini Değiştirmek Elinizde” adlı makalemize de göz atabilirsiniz.