Eğitimli insanların dünyanın karmaşık sorunlarının üstesinden gelip insanlık için hizmetler üretmesini istiyorsak yeni kuşakların en iyi şekilde eğitilmelerini sağlamakla yükümlüyüz. Peki bunu yapabilmenin en iyi yolu nedir? Nasıl daha yetkin çocuklar geliştirebiliriz? Çoğumuz bunun çocuklara okullarda daha fazla bilgi vermekle sağlanabileceğini iddia edebilir. Ancak araştırmalar gençlerin bilgiden çok sosyalleşme deneyimleriyle geliştiklerini gösteriyor.
Okul Sadece Bilgi Vermez
Sosyalleşme ailede başlar, çocukların 6-17 yaş arasındaki hayatlarını büyük bölümünü geçirdikleri okullarında devam eder. Okul yılları aynı zamanda genç insanların bilişsel ve davranışsal gelişimlerinin, kişilik oluşumlarının, öğrenmeye karşı tutumlarının, motivasyon, öz-yönetim, kendine dönük farkındalık gibi becerilerinin gelişiminin en kritik basamaklarını da kapsar. Eğer çocuklarımızın yetkin yetişkinler olmalarını istiyorsak bu dönemde onlara destek olmalıyız.
Okullar gerek uyguladıkları kapsamlı müfredat gerekse sağladığı öğretmen-öğrenci etkileşimleriyle çocuklar üzerinde en kapsamlı etkiyi yaratır. Onlara tutumları, davranışları, ilgileri, akademik performansları hakkında sürekli geri bildirim sunarak kişiliklerini etkiler. Öte yandan çocukların yaşıtlarıyla kurdukları arkadaşlıklar da onları farklı kültürel, sosyo-ekonomik verilerle tanıştırır.
Çocuğu Büyüten Paylaşım, Duygu ve Deneyimdir
Son dönemlerde ortaokul öğrencilerinin akademik tutum ve davranışlarını etkileyen çevresel faktörleri inceleyen pek çok araştırmayı okuma şansımız oldu. Örneğin kısa süre önce Finlandiya’da yapılan bir çalışma okul karşıtı davranışların özellikle ortaokul yıllarıyla birlikte yükseldiğini gösteriyor. Okula karşı olumsuz duygular, çoğu zaman düşündüğümüz gibi, ergenlik, düşen motivasyon, ilkokuldakine göre destekleyici arkadaşlıkların azalmasıyla açıklanabilir. Ancak, çalışma bu olumsuz duyguların akademik ortamı iyi yönetilen, rekabetin yüksek olduğu başarılı sınıflardan geldiğini gösteriyor. Bu nasıl açıklanabilir?
Almanya’daki ortaokul öğrencileriyle ilgili çalışmalarda ise özellikle davranış ya da kaygı bozukluğu yaşayan gençlerin, arkadaşlarından destekleyici tutumlar gördüklerinde daha az öğrenme kaygısı gösterip daha iyi konsantre olabildiklerini gösteriyor. ABD’deki bir başka çalışma ise farklı etnik kökenlerden gelen öğrencilerin ailelerinin yakın takibi ve yaşıtlarının desteğiyle güçlenip, ayrımcılığın etkisini hissetmeden başarılı olabildiklerini gösteriyor.
Öğretmen Öğrenci İlişkisi Amigdalaya Kayıt Ediliyor
Öte yandan MR görüntüleriyle desteklenen bir başka çalışma ise, öğretmen öğrenci ilişkisinin öğrencilerin amigdalarındaki kaygıyı işleme ve damıtma yoğunluğunu etkileyebildiğini gösteriyor.
Bu çalışmaya göre öğrencinin içinde bulunduğu sınıf ve okul ikliminin öğrencinin amigdalasının işleyişine etkisi iki yönlü gelişiyor. Buna göre kendini okuluna ait hisseden ve sınıfında huzurlu olan öğrencinin amigdalasının küçük; okulunda rekabet yaşayan ve huzursuz olan öğrencinin amigdalasının daha büyük olduğunu anlıyoruz. Daha büyük bir amigdala karmaşık bir sosyal çevreye ve rekabet yaşanan bir ortama uyum sağlamak için daha fazla görev yapan bir zihin anlamına gelirken; çalışmalar daha aktif amigdalaya sahip ergenlerin kaygı yönetmek, problem çözmek gibi davranışsal alanlarda ve bilgi işleme, bilgi yorumlama ve bellek fonksiyonları gibi faaliyetlerde daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor.
Bir başka deyişe okullarda yaratılan öğrenme ve sosyalleşme çevresi gençlerin küçük yaşlardan itibaren devam eden beyin inşalarını ve kendi bilişsel becerilerine yönelik algılarını şekillendiriyor.
Ortaokul öğrencileri üzerine yapılan her çalışma sosyalleşme gelişimi için okulun varlığının altını çizmektedir. En basit anlamıyla okul öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren devam eden beyin inşalarını ve kendi bilişsel becerilerine yönelik algılarını şekillendirmektedir. Çocuğun sosyalleşmesinde rol oynayan herkese ağırlıklı olarak öğretmenlere büyük sorumluluklar yüklemekte, öğretmenlerin öğrencileriyle kurdukları ilişki gençlerin gelecekte kim olacaklarının önemli belirleyicilerinden bir olarak önümüze çıkmaktadır.
Kaynak: Frances Hoferichter’in Helping Children Become Both Responsible and Happy adlı yazısında Ayşe Kayar tarafından çevrilmiştir.