Aranızda 2015 yılında Kütahya’nın Simav ilçesine bağlı bir köyde 12 yaşında bir çocuğun elleri, ayakları bağlı ve başı ezilmiş olarak bulunduğunu hatırlayan var mıdır? Peki bu cinayetin faillerinin aynı yaşta 3 yakın arkadaş olduğunu?
Büyük olasılıkla bu ölümü unuttuğumuz gibi, geçtiğimiz günlerde Mersin’de okul tuvaletinde 12 yaşındaki arkadaşı tarafından öldüren kız çocuğunu da unutacağız. Nedeni basit. Henüz ülkemizde Batı’daki kadar fazla sayıda çocuk suçu yaşanmıyor ve yakın gelecekte nasıl bir şiddet tablosu ile karşılaşabileceğimiz konusunda hiçbir tahminimiz yok!
Çocukların Şiddet ve Öldürme Eğilimi Artıyor mu?
İlk bakışta çocuklarda görülen şiddet eğiliminin Batı’da çok tartışılmasının ardında toplu öğrenci ölümleriyle sonuçlanan ve her biri toplumda korkunç izler bırakan okul saldırıları olduğunu düşünebiliriz. Ancak adli psikiyatristler okul saldırıları hesaba katılmadığında bile çocuklarla ilişkilendirilen şiddet olaylarının artışı konusunda toplumu uyarıyorlar. Peki, çocuklardaki şiddet eğilimi son dönemlerde nasıl bir artış gösteriyor?
Bu sorunun yanıtını bulabilmek için New York Times’da 1983 yılında yayınlanan bir makaleye göz atabiliriz. Günümüzden 30 yıl önce, ABD’li uzmanlar, çocuk suçlarındaki oranın yüksekliğinden duydukları kaygının yanı sıra, genç yaştaki suç oranının yüksekliğinin de altını çiziyorlar. FBI’a göre, 1982 yılında her yüz bin Amerikalının 9.88’i cinayetten tutuklanırken bu oran 17 yaşındakiler arasında tüm yaşlardan iki kat daha fazla: Her yüz bin kişide 22.6.
Adalet Bakanlığı’nda çocuk suçlular konusunda çalışan bir uzmanın sözleri ise daha ilginç: “Şiddet uygulayan çocukların yüzdesinde büyük bir artış olmasa da uygulanan şiddetin derecesi ve kullanılan silahların tehlikesindeki artış büyük!”
Aradan 30 yıl geçtikten sonra o makalede sözü edilen risklerin çoğunun hayata geçtiği günlerdeyiz. Son dönemlerde adli psikologlar öyle çok çocuk ile çalışma olanağı buldular ki sadece suç işleyen çocukların neler hissettiğini değil kendilerine kimleri örnek seçtiklerini bile biliyorlar. Örneğin 2016’da İngiltere’de ‘öldürülecek insanlar’ listesi yapan 14 yaşında bir kız çocuğu saldırmaya başlamadan önce “Suçluluk duymamak için ne yapmalıyım?” sorusunun yanıtını google’da aratmıştı. Bu kız çocuğunun kahramanın eski seri katillerden Ted Bundy olduğunu ise bütün okul ve mahalle arkadaşları biliyordu. Zaten küçük yaşta şiddet ve suç deneyimi olan çocukların büyük bölümünün kahramanlarının seri katiller olduğunu artık çoğumuz biliyoruz.
Çocuklar Neden Suç İşliyor?
Adli psikolog Shawn Johnston’a göre şiddet uygulayan çocuklar ‘bencil, çok bencil, aldıkları intikamdan olağanüstü zevk alan’ öfkeli kişiliklere sahipler. Johnston’ın meslek hayatı boyunca gerçekleştirdiği 5000’den fazla görüşmenin bulgularına göre genç suçluların zihinleri neredeyse tamamen ‘ben’ düşüncesine odaklı. Sadece kim olduklarına ve ne istediklerine konsantre oluyor, kendi sorumlulukları üzerine hiç düşünmüyor, duydukları basit bir yorum, eleştiri ve öneriye bile kolayca öfkeleniyorlar. Büyük çoğunluğu kendilerini kurban olarak görüyor, başkalarının ihtiyaç ve duyguları üzerine neredeyse hiç düşünmüyorlar.’
Suça itilmiş çocuklarla çalışan uzmanlar patolojik şiddet eğiliminin çocuğun yaşadığı acı deneyimlerden kaynaklandığını hatırlatıyor. Tıpkı işkence gören hayvanlar, baskı altındaki yetişkinler gibi şiddet, istismar deneyimi olan çocuklar giderek saldırgan ve acımasız hale geliyorlar. Şiddet eğiliminin oluşmasında en büyük pay ise aileye ait. Şiddet uygulayan yetişkinlerin yanında büyüyen çocuklar, saldırgan kalıpları normalleştiriyorlar.
Şiddet Nerede ve Nasıl Öğreniliyor?
Peki, çocuklarımız şiddeti nasıl öğreniyor? Çoğu zaman iddia edildiği gibi şiddetin ardında sadece vahşeti özendiren bilgisayar oyunları, çizgi filmler mi var? Uzmanlar bu soruyu geniş bir çerçeve çizerek yanıtlıyorlar. Savaşlardan, göçlere; yoksulluktan, eşitsizliğe; genetik etkilerden, teknolojiye kadar pek çok faktör çocukların şiddet kalıplarını benimsemesine neden olabiliyor. Ancak yine de şiddetin ilk öğrenildiği yer olarak aile karşımıza çıkıyor. Aile içinde de çocuklar farklı düzeylerde şiddet görüyorlar.
Şiddete Şahit Olmak
Her gün, dünyanın hemen her köşesinde milyonlarca çocuk, onlarca farklı şiddet ve istismar deneyimine maruz kalıyor. Çocukların bir bölümü bu şiddete sadece şahitlik ediyor. Ancak bu şahitliğin basit ve etkisiz olduğunu düşünmeyin. Yıllar boyunca şiddetle iç içe yaşamak çocukta onarılması imkansız yaralar açabiliyor. Böyle çocukluk deneyiminden gelen bireyler topluma uyum sağlamakta, ihtiyaçlarını ifade etmekte hatta iletişim kurmakta zorluk çekiyorlar.
Ancak daha önemlisi bu çocuklar aslında ne yaşadığını, başına ne geldiğini, hissettiği öfke ve çaresizliğin nedenini anlayamıyor. İçine doğduğu ortamın kaosunu, acımasızlığını ve işlevsizliğini normal zannederek büyüdüğü için de bu şiddet kültürünün kalıplarıyla hayatlarına devam ediyorlar.
İstismara Uğramak
Kuşkusuz, bir çocuğun karşılaşabileceği en riskli durum doğrudan istismara uğramasıdır. Çocukların bedensel ve duygusal istismarı sadece onların duygularında değil zihinlerinde de onarılması imkansız derin izler bırakıyor.
Bir çocuk istismara uğradığında öyle sessiz, uslu ve içe dönük hale geliyor ki deneyimli gözler dışında hiç kimse çocuğun içinde nasıl fırtınalar yaşadığını anlayamıyor. Bu sessizlik nedeniyle çocuğun sağlıklı bir yetişkin tarafından fark edilme, desteklenme şansı da azalıyor.
Ailede Fark Edilmemek
Öte yandan ebeveynlerin hiç şiddet uygulamadan da çocuğa zarar verdiği durumlar da var. Aile içinde yeterince fark edilmemek, önemsenmemek böyle bir durum. Anne babalarıyla yeterince duygusal etkileşim, kabul ve sevgi deneyimi yaşamayan çocuklar doğrudan şiddet yaşamasalar da hissettikleri kaybolmuşluk duygusu onları kolayca çizginin dışına kaydırabiliyor. Böyle senaryolarda çocukların şiddet içeren bilgisayar oyunlarına, korku filmlerine, şiddet içeren uygulamalara normalden fazla ilgi gösterdiğini, arkadaşlarıyla derinlikli ilişkiler kuramadığını görüyoruz.
Genetik Yatkınlık
Öte yandan şiddet eğiliminin genetik bir yönü olduğu, epigenetik etkilerle şekillendiği artık herkesin bildiği bir gerçek. Şiddet eğilimi konusunda çalışan profesör Essi Viding’e göre ise psikopatinin ve şiddet eğiliminin genetik kökenleri olduğunu gözardı etmemeliyiz. Çünkü ‘ tıpkı bazılarımızın kalp hastalığına daha duyarlı olması gibi, bazı kişiler de şiddet eğilimini, psikopatiyi, anti-sosyal kişiliği tetikleyen çevresel etkenlere karşı daha savumasız olarak dünyaya geliyor.’
Çocukları Şiddetten Korumak Mümkün Değil mi?
Peki çocukları şiddet sarmalının dışında tutmak mümkün değil mi? Bu kapsamlı ve derin bir soru.
Tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da doğru politikalara, duyarlı ailelere, çocuğun çıkarını önde tutan öğretmenlere ve etkili bilgi ve araçlara ihtiyacımız var.
Bilgiyi Doğru Kullanmak
Her alanda olduğu gibi çocukların şiddetten korunmasında da en önemli aracımız bilgidir. Bu nedenle çocukların şiddeten uzak tutulmasını sağlayacak teknik bilginin özellikle anne babanın farkındalığı geliştirecek, çocuklarına duyarlılıkla yaklaşmalarını sağlayacak ve çözümler yaratacak şekilde yaygınlaştırılması belki de şiddet kontrolünün ilk basamağı olacaktır.
Aileleri Bilinçlendirmek
Çocukların şiddet kalıplarını benimsemesinde olduğu gibi şiddetten korunmasında da en önemli kaynağımız aileler. Çünkü sağlıklı bir aile aynı zamanda çocuklarını teknoloji, riskli arkadaş ilişkileri, bağımlılıklar gibi olumsuzluklardan korumanın da önemli yollarından biri.
Ebeveynler çocukların gelişim süreçleri, ruh sağlıkları gibi alanlarda ne kadar bilgili olurlarsa çocuklarıyla ilgili işaretleri okumak, onlara destek olmak konusunda o kadar yardımcı olacaklardır.
Öğretmenlerle İşbirliği
Ancak özellikle şiddet deneyiminin aileden kaynaklandığı durumlarda, öğretmenlerin duyarlılığı, çocuğun yardım ihtiyacını fark etmesi ve doğru şekilde yönlendirmesi belki de en önemli tanı kaynağımız olacaktır. Okul, çocuğun arkadaşlarıyla iletişiminin, tutum ve davranışlarındaki değişimin izlenmesi için bir laboratuvar gibidir. Bu nedenle öğretmenlerin dikkat ve işbirliği şiddetin önlenmesinde önemli basamaklardandır.