Yale Üniversitesi Erken Çocukluk Bölümü öğretim üyelerinden Erika Christakis “Küçük Olmanın Önemi: Küçükler aslında Büyüklerden Ne İster?’ adlı ses getiren kitabında ‘çocuklara çocuk gibi değil kendi beklentilerimizi yerine getirmek zorunda varlıklar’ olarak gördüğümüzden söz ediyor ve ekliyor ‘ebeveyn olmamız çocuklarımıza her konuda hükmedebileceğimiz anlamına gelmez. Eğer dünyayı onların gözünden görmeyi denersek çocuklarımızın benzersiz beceri ve yeteneklerini keşfedebiliriz!’ Bu makalede eğitimci yazar Emily Kaplan’ın Erika Christakis’le gerçekleştirdiği röportajın bir özetini sunuyoruz.
“Küçük Olmanın Önemi: Küçükler aslında Büyüklerden Ne İster?’ adlı kitabınızda erken çocukluk sürecinin modern zamanlarda anlamını yitirdiğinden ve bambaşka bir şeye dönüştüğünden söz ediyorsunuz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Ülkenin pek çok köşesindeki okullarda öğretmen ve ailelerle yaptığım görüşmelerde şunu fark ettim. Bence çocukluk kavramı içinde çocuğun gerçek varlığını kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyayız. Küçük çocuklar, ihtiyaçları karşılanarak geleceğe hazırlanacak kuşaklar yerine, üzerlerine ‘yatırım yapılacak’, büyük paralar harcanarak şekillendirilecek anne babanın zihnimizdeki planlara uydurulacak aile varlıkları olarak görülüyor.
Günümüzün çocukluğunda garip bir ikilem ver. Bir yandan çocukluk insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar güvenli ve konforlu bir yaş dönemi. Özellikle gelişmiş ülkelerde çocuklar bir zamanlar olduğu gibi çalıştırılmıyor, zor koşullarda yaşamıyor. Ölümcül kazalardan, tehlikelerden koruyor; bizden önceki kulaklara göre bile çok daha bilinçli besleniyor. Tabi ki yoksulluk, travmalar hala var ve çok sayıda çocuk bunlardan etkileniyor. Ancak bu zor durumlarda bile çocuklardan yana bir önceliğimiz var.
Öte yandan çocukluğun çok stresli ve riskli bir dönem olabileceğinin de altını çizmeliyiz. Örneğin Batılı ülkelerde teknoloji çocuklar için risk oluşturabiliyor. Erken yaşta teknolojiye maruz kalmak fiziksel ve zihinsel sorunlara neden olabiliyor. Bazı çocuklar yoğun bir akademik başarı beklentisi altında eziliyorlar. Bazıları ise büyüklerin beklentilerine göre küçük yetişkinler haline getiriliyor; giysileriyle, tavırlarıyla büyükler gibi davranmaya özendiriliyorlar. Bu şekliyle çocukluğun doğallığına müdahale edilmesi en çok çocuğu yaralıyor.
Ancak “küçük olmak“ hayatın geri kalanının devamı için kritik önem taşıyor. Sosyalleşmeden, öğrenme becerisine, kritik anlarda alınacak kararların etkinliğinden, günlük hayat tercihlerine pek çok faktör çocukluk dönemi deneyimlerinin kalitesine dayanıyor. Güvenli, sevgi dolu ilişkiler kuran, oyun oynayarak öğrenen, yaşıtlarıyla etkileşim fırsatı bulan, duygusal dengenin korunduğu ortamlarda yetişen böylece de beyin ve duygu gelişimleri beslenmiş olan çocuklar yetişkinlik hayatlarında da dengeli ve tutarlı ilerliyor.
Yazılarınızda ‘yetişkinleştirme’ terimini kullanıyorsunuz. Bu kavramı açıklar mısınız?
Yetişkinleştirme bence dünyayı bir çocuğun açısından okuyamamak anlamına geliyor. Bazen öğretmenlerden dizlerinin üstüne çöküp sınıflarına bir 2.-3. Sınıf öğrencisinin gözünden bakmalarını ya da sınıftaki el işi uygulamalarını kendilerinin de yapmalarını istiyorum. Öğretmenler olarak çocuklardan bazen imkansız ya da çok zor beklentilerimiz oluyor. Çocuklar öğretmenlerinin hedeflerini yakalayabilmek için daha az uyuyor, daha çok kaygılanıyor, bedensel gelişimlerinin en önemli dönemini masa başında geçiriyorlar.
Aslında hepimiz bunun sorun olduğunun farkındayız ama kendi elimizle yarattığımız bu kısır döngüyü kırmak da kolay değil. Bu nedenle bir adım geriye çekilip yaşananları bir çocuğun gözünden değerlendirmeliyiz. Gelişim ve öğrenmeyi sadece kendi kriterlerimize göre değerlendiriyoruz. Bir çocuk bahçesinde saatlerce koşuşturmak, kumdan kaleler yapmak ya da evcilik oynamak bize bir şey ifade etmediği için onları hemen matematik çalışmaya yönlendiriyoruz. Oysa bu oyunlar ionların motor gelişimleri için, hayattaki rollere dair denemeler yapabilmeleri için çok önemli fırsatlar.
Pekala, nitelikli bir erken çocukluk eğitimi neleri içermelidir? Bir anaokuluna ya da ilkokula girdiğimizde hangi işaretler bize oradaki eğitimin nitelikli olduğunu gösterir?
Eğitimin kalitesi temel olarak çocukla kurulan ilişkinin kalitesine bağlıdır. Özen gösteren öğretmenler, güvene dayayan öğrenme iklimleri yaratanlar çocuk gelişimi açısından bütün diğer göstergelerden daha iyisini sağlarlar.
Karşılıklı ilerleyen, öğretmenin dinlediği, açık uçlu ve yargılayıcı olmayan diyaloglar, sıcak bir sınıf iklimi ve oyun yoluyla sağlanan öğrenme bütün diğer ögelerinden daha değerlidir.
Ancak bunun bir sınırsızlık olmadığının da altını çizmek isterim. Öğretmenlik beklentilerin hiç ifade edilmediği, herşeyin sınırsız olduğu bir eğitimcilik anlamına gelmez. Nitelikli bir öğretmenin ağzından çıkan her sözün, seçtiği her faaliyetinin ardında bir dünya duruşu olduğunun ve çocuklara hayata dair bir mesaj verdiğinin farkındadır. İlişkilerin yanı sıra sınıfın fiziksel ortamı, konuların ifade ediliş biçimi, kullanılan materyaller hepsi bu ifadenin parçalarıdır.
Böyle öğretmenler olabildiğince fazla gözlem ve yansıtma gerçekleştirirler. Öğrenmenin en iyi gerçekleştiği sınıflarda deneyerek öğrenmeye, öğrenme koşullarını değiştirerek sonuçları test etmeye ve merak etmeye dayana bir kültür vardır. Bir başka deyişle öğrenme bir süreç, bir yolculuktur. Bir performans yarışı değil.
Bu öğrenme ortamı özellikle travma yaşamış ya da olumsuz çocukluk deneyimleri olan çocuklar için çok faydalıdır. Olumlu bir etkileşim yaşamak iyileşmeleri ve gelişimleri için çok önemlidir.
Oyunun önemi hakkında çok fazla yazınız var. Oyunu nasıl tanımlıyorsunuz, neden böyle önemli?
Oyun tüm canlılarda gelişimin temel aktivitelerindendir. Bu, içgüdüsel bir tepkidir, çocuklar bunu bastıramaz. Bu doğallığa rağmen, oyunun kendisi-özellikle böyle karmaşık bir çağda- doğal ilerlemeyebilir. Bu nedenle oyunun doğru yönlendirilmesi, yönetilmesi çocuk açısından önemlidir.
Örneğin özellikle gelişmiş toplumlarda oyunun işlevsiz bir hale gelişini sıklıkla görüyoruz. Modern zaman çocuklarının dünyayı istedikleri gibi keşfedecekleri çok az zamanları var. Çoğu çocuk, sosyalleşmenin kurallarını öğrenip uygulayacak, kendilerini ifade edebilecek, keşfedebilecek, sınırlar koyabilecek kadar oyun zamanına sahip bile değil. Anaokullarında bile oyun saatlerini matematik derslerine feda edebilen bir kültür yarattığımız için oyunun değerini fark edemiyoruz.
Serbestçe oyun oynamamış, yapılandırılmamış özgür zaman geçirmemiş bir çocuğa hadi bakalım şimdi bu boş kutudan birlikte bir kale yapalım dediğinizde karşınızda isteksiz, meraksız bir çocuk buluyorsunuz.
Bir kelebeğin içeceğin üstüne konuşunu gören bir çocuğun yüzündeki şaşkınlığı gören herkes öğrenmenin sadece sınıflardan ve kitaplardan ibaret olmadığı görecektir.
Altını bir kez daha çizmek isterim. Öğrenmenin büyük bir bölümü güvene dayanan doğal bir ilişkinin kurulmasıyla başarılır. Bu çeşit ilişkiyi söze dayanan bir düet olarak nitelendirenler de var. Bu güven ilişkisinin yoksul ailelerden gelen ya da travma yaşamış çocukların eğitim performansını yükseltmek için kullanılacağını belirtmeliyim.
Kaynak
Bu röportaj edutopia.com’da yayınlanmış ve Emily Kaplan tarafından gerçekleştirilmiş “What’s Lost When We Rush Kids Through Childhood! adlı röportajın kısaltılmış metnidir.