Herkesin Anlayacağı Dille: Gen Hikayesinin Sonu mu?

Sözlük
Sözlük
Bildiğimiz Haliyle Gen Hikayesi Sona Erdi

Çok değil sadece 20 yıl önce, 26 Haziran 2000 günü, insanlık tarihine ‘Tüm Çağların En Özel Günü’ olarak kaydedildi. Bu özel günü ilan edenler dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair, Celera Genomics adlı genetik firmasının yetkilileri ve konunun uzmanı birkaç yüz bulan bilim adamlarıydı. Peki, dünyanın geri kalan çoğunluğunun farkında bile olmadığı bu tarihi böylesine önemli kılan neydi?

Haziran 2000’de bilim dünyasının sonuçlarını uzun zamandır merakla beklediği İnsan Genomu Projesi’nin ilk aşama sonuçları açıklandı. İnsanların DNA dizilimini oluşturan üç milyara yakın baz çiftin dizilimini ve bunları oluşturan genlerin yapısını araştırmak için başlatılmış olan İnsan Genomu Projesi, başta tıp olmak üzere pek çok bilim dalına yeni ufuklar açacak ve insan bedeninde gen kodlayan bölgelerin sırrına erişmemizi sağlayacaktı.

Yani kanser tedavilerinden, genetik hastalıkların sırlarının çözülmesine, zihnin sınırlarının genişletilmesinden, ırk farklılıklarının ortadan kalkmasına ve hatta insan ömrünün uzamasına kadar pek çoğunu sadece Hollywood senaristlerinin hayal edebileceği çapta gelişmenin gizli anahtarlarını bizlere sunacaktı; ama Genom Projesi’nin ilk bulguları, sonuçları sabırsızlıkla bekleyen bilim adamlarında hayal kırıklığına neden oldu.

Gen Hikayesinin Sonu mu geldi?
Gen Hikayesinin Sonu mu geldi?

Genler O Kadar da Etkili Olmayabilir mi?

Ulaşılan erken bulgular, insanoğlunun fiziksel ve ruhsal şekillenmesinde temel taşı saydığımız genlerin umulduğu kadar etkili olmayabileceğini gösteriyor ve yıllardır doğruluğuna inandığımız bilgileri kökten değiştiriyordu. O güne kadar -en azından genetik biliminin savunucuları- genetik mirasımızın sadece anne babalarımızdan bize aktarılan kromozomal DNA’larla oluştuğunu düşünüyor; aile, kültür, yaşam koşulları, beslenme gibi çevresel faktörleri yeterince dikkate almıyorduk. Oysa araştırma sonuçları, fiziksel özelliklerimizi -genetik sağlığımızı, karakteristik bedensel özelliklerimizi, vücut şeklimizi, saç, göz, ten rengimizi v.s.- belirleyen kromozomal DNA’ların toplam DNA yapımızın yüzde 2’sinden daha azını oluşturduğunu gösteriyordu.

Daha ilginci, araştırmanın ilk bulgularının, geriye kalan yüzde 98’lik DNA’nın işlevine açıklık getiremiyor ve onları çöp DNA olarak adlandırıyor olmasıydı. Projenin eşbaşkanlarından olan Craig Venter 2001 yılında kendi yönettiği araştırmanın sonuçlarını yorumlarken hissettiği hayal kırıklığını da paylaşıyordu. Venter’a göre “insan türünün muhteşem farklılıklarını yaratma becerisi -büyük olasılıkla- genlerimizde kayıtlı değildi. İnsanı oluşturan ve şekillendiren genlerle birlikte içine doğduğu ve etkileşimde bulunduğu çevresiydi. Genlerse bu çevresel uyumu sağlayan kusursuz bir yazılım programıydılar”’

Bir Çocuğu Şekillendiren Sadece Genleri midir?
Bir Çocuğu Şekillendiren Sadece Genleri midir?

Hık Demiş Burnundan Düşmüş!

  • Bir çocuğu şekillendiren nedir?
  • Fiziksel özelliklerini bir yana bırakırsak, ana rahmine düştüğü andan başlayarak hangi etkiler, onun nasıl bir insan olacağını belirler?
  • Çocuğunuzun yeteneklerini seçmek ve geliştirebilmek, tutum, davranış ve tercihlerini yönlendirebilmek mümkün müdür?
  • Çocuğunuzun atılgan ya da çekingen, neşeli ya da ciddi, disiplinli ya da keyfine düşkün olmasının anahtarı elimizde midir?
  • Bir piyanist, bilim insanı ya da sporcu yaratmayı daha doğumundan itibaren planlamak mümkün olabilir mi?

Bebek bekleyen ya da yeni bebek sahibi olmuş hiçbir anne baba böyle karmaşık sorulara kafa yormaz. Bebeklerini kucağına alıp gözlerine bakan ebeveynin tek derdi aileye katılan minik mucizenin annesine mi yoksa babasına mı daha çok benzediğidir. Mimiklere ve yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan tepkilere bakarak çocuğun karakterini çözmeye çalışmak için aylarca beklememiz gerekir ki bunu yaparken de çıkış noktamız yine ebeveyndir. “Tıpkı babası gibi hareketli” deriz ya da “Annesi gibi güleryüzlü…” Bir başka deyişle bir bebeği tanımaya çalışır ve “oluşumuna” dair işaretleri gözlerken algılarımız genetik faktörlere göre şekillenir. Bebeklerimizin ana babalarının burnundan “hık” diyerek düşmüş birer su damlası olduğunu inanmak ister, aranan özellikler ebeveynde yoksa büyükanne büyükbabalardan başlayarak eski kuşaklara kadar o benzerliğin izini süreriz.

Öğrendiklerimizin Çoğu Mendel’den

Bu genetikçi yaklaşımın -en azından bizim topraklarımızdaki- sorumlularından birisi Türk eğitim sisteminde bir çeşit cinsel eğitim dersi edasıyla sunulmuş olan “Mendel’in bezelyeleri” ünitesidir.

Aslında oldukça muhafazakâr bir din adamı olan ve yıllarca kilisesinin bahçesinde ekip müthiş bir sabırla değişimlerini izlediği bezelyeleriyle genetik biliminin temellerini atan Mendel’in ilkelerini tam olarak anlayamasak da ana fikir kavranmıştır: Gözümüzün rengini, dudağımızın şeklini, çabuk öfkelenmemizi ya da müzik kulağımızı kime borçlu olduğumuzu matematiksel bir işlemle, bezelye çaprazlamalarıyla hesaplamak mümkündür.

Anne ve babaların sahip olduğu özellikler -çekinik ya da baskın olma durumlarına göre- yeni kuşakları da şekillendirirler. Bazen bir özellik, yetenek ya da rahatsızlık bir-iki kuşak atlar, ama o ailenin genetik kimliğinde var olmaya devam eder.

Gen-Çevre Savaşının Sonu Geldi mi?

Oysa genetik biliminin kurucularından sayılan ve kuramı uzun yıllar bilim dünyasını şekillendiren Mendel’in teorisi gözden düşeli uzun yıllar oldu. Bugün, fiziksel özelliklerimizi bir yana bırakırsak; futbol oynamadaki kıvraklığımızı, matematik zekâmızı, arkadaş canlısı olmamızı ya da paraya olan düşkünlüğümüzü sadece ailemizden miras aldığımız genlere borçlu olduğumuzu ve bu özelliklerimizi asla değiştirilemeyecek bir üniforma gibi üzerimize giydiğimizi düşünmüyoruz. Eşcinsellikle ilgili gizli bir gen olduğunu ya da seri katillerin ailelerinde de katiller olduğunu iddia edenlere de kuşkuyla yaklaşıyoruz.

Hatta neredeyse 100 yıldır genetikçilerle davranış bilimcileri karşı karşıya getiren o ateşli “Genler mi yoksa çevre mi?” (nature vs. nurture) tartışmasının bile son demlerini yaşadığını söyleyebiliyoruz; çünkü genetik faktörlerle çevresel etkilerin, birbirinin karşısındaki iki ayrı kutup ya da insanı şekillendiren iki farklı etki olarak nitelendirilemeyecek kadar iç içe geçmiş olduklarını öğrendik.

Genler ve çevre, bir çocuğun geleceğini el ele vererek oluşturur. Genler; çevreden gelen etkilere göre zihni ve bedeni geliştirip şekillendirecek bir nüve, doğumun ilk aylarında itibaren çevresel etkiyle hızla gelişecek bir çekirdek gibi çalışır. Görevleriyse bebeğin beynini inşa etmek için bir yazılım programı hazırlamak ve yeni doğanın dünyaya uyumunu sağlamaktır. “Genler, insanın öğrenmesi, hatırlaması, taklit etmesi, kültür edinmesi ve içgüdüyü davranışa dönüştürmesi için gereklidir. Üstelik sanılanın aksine, sadece kalıtımın taşıyıcısı da değildir. Hayat boyunca aktiftirler; birbirlerini açıp kapatan elektrik devreleri gibi düşünebiliriz genleri. Çevreyle etkileşim halindedirler. Vücut ve rahmin yapılanmasını yönlendirdikleri gibi tecrübeye bağlı olarak bütün yaptıklarını bozabilirler de. Hareketlerimizin hem sebebi hem de sonucudurlar.”[1]

Bunun pratikteki anlamı şudur: Bebekler içine doğdukları koşullara, aileye, iklime, kültüre, dile ve tüm diğer yaşam koşullarına uyum sağlayarak yaşamayı öğrenir. yetişkinin asla gösteremeyeceği inanç ve kararlılığı gösterirler. Bunu sağlayan genlerimizdir. Bizi dönüştürense çevrenin etkisidir.

İzlanda’da bir çekirdek ailede doğan bebeğin de Ortadoğulu kalabalık bir sülalede dünyaya gelenin de hiç tereddüt etmeden çevrelerindeki koşulları kavramalarını sağlayan, işte bu uyum sağlamaya hazır beyin yapısıdır. Büyük şehirde doğmuş bir bebeğin önüne konan cep telefonuna, uzak bir köyde doğmuş bebeğin çiftlik hayvanlarına kısa zamanda tutkuyla bağlanması onun bu esnek zihin yapısının bir sonucudur. Aynı bebekler yer değiştirdiğinde -bir yetişkinin asla gösteremeyeceği bir ilgi ve merakla- yeni çevresel oyuncaklarına da uyum gösterir. Köyden kente gelen bebek için cep telefonunun ışıkları ne kadar büyüleyiciyse, kentten köye giden bebek için de etrafındaki hayvanlar o kadar ilgi çekicidir. Savaşan kentlerde doğup kendilerini silahlardan korumayı, bir göç kervanında doğup hayatta kalmayı, müzisyen bir ailenin içine doğup her türlü sesi birbirinden ayırt etmeyi ya da Batılı orta sınıf bir aileye doğup anne babasını parmağında oynatarak istediği her şeyi aldırmayı beceren bebeklerin beyinleri muhteşemdir.

Kaynak: Öğrenmek, uyum sağlamak ve var olmak için bir 3. Bilgenur Baloğlu, “Genler ve Çevre Üzerine “Nature via Nurture,” bilim.org, 06 Ocak 2013, http://www.bilim.org/genlerve-cevre-uzerine-nature-nurture/

Etiketler: çevre mi gen mi, çocuk gelişimi, gelişimde çevresel faktörler

İlginizi Çekebilir

Sosyal Medya Hesaplarımızı Takip Edin

Eğitim Kolektifi’nin Büyümesine Destek Olun!

İçeriklerimizi beğeniyorsanız daha fazla okuyucunun bize ulaşmasına destek olun.
Bizi Sosyal Medya Hesaplarımızdan Takip Edin, Beğenin, Paylaşın.

Takipte Kalın!

Facebook sayfamızı beğenin ve yeni yazılarımızdan haberdar olun.

Reklam

Yazar Hakkında

Yorumlar

milli eğitim bakanı olsaydım kitap
eğitim kolektifi milli eğitim bakanı olsaydım kitap satın al

Milli Eğitim Bakanı Olsaydım

Orijinal fiyat: 150 ₺.Şu andaki fiyat: 90 ₺.

Ahmet Yıldız, Ayşegül Kanal, Cem Demirayak, Gözde Durmuş, Engin Karadağ, Erdal Atıcı, Erdal Küçüker, Esergül Balcı, Fevziye Sayılan, Feyzi Coskun, Gökçe Güvercin-Seçkin, Gözde Durmuş, Hasan Aydın, M. Cansu Balcı, Meral Uysal, Mustafa Gazalcı, Niyazi Altunya, Nurcan Korkmaz, Orhan Özdemir, Reşide Kabadayı, Rıfat Okçabol, Selen Balcı, Ş. Erhan Bağcı, Vildan Özdemir
Eğitim Kolektifi Yayınları
Delifişek Jose Mauro De Vasconcelos

Delifişek

Orijinal fiyat: 75 ₺.Şu andaki fiyat: 70 ₺.

Jose Mauro De Vasconcelos
Can Çocuk Yayınları
Reklam

En Yeniler

En Popüler

Dosyalar

Reklam