“Öğretmenim, ben matematikte başarılı olamam. Ben matematikçi değilim.” Bu sözü okullarda ne çok duyarız! Oysa günümüzde pek çok eğitimci bu inanışın bir öğrencinin sahip olabileceği en zararlı fikir olduğunu düşünüyor. Gerçek şu ki, muhtemelen bunu söyleyen öğrencilerin büyük bölümü aslında “matematikçi ” ancak aksine inanarak kendi akademik geleceklerini baltalıyorlar. Daha da kötüsü, kendilerinden sonra gelen öğrencilerin de matematiğin doğuştan gelen bir yetenek olduğuna dair bir efsaneye inanarak bir başarısızlığa sürüklenmesine ve bu anlamsız efsanenin daha da büyümesine neden oluyorlar.
Matematikte başarılı olmak genetik midir? Tabii, bir dereceye kadar. UCLA’nın ünlü matematikçisi Terence Tao, her yıl en iyi dergilerde düzinelerce makale yayınlar; Tao aynı zamanda dünya çapındaki araştırmacılar tarafından teorilerinin en zor kısımlarına yardımcı olması için aran isimdir. Esasen, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, hiçbirimiz matematikte Terence Tao kadar iyi olamayız. Ancak bizim açımızdan asıl durum şudur: Buna mecbur değiliz! Lise matematiği için sıkı çalışma, hazırlık ve özgüven; doğuştan gelen yetenekten daha önemlidir.
Matematikte Başarılı Olma Kısır Döngüsü
Bunu nasıl biliyoruz? Yıllardır üniversitelerde matematik öğreten profesörler, liselerde, ilköğretim okullarında görev yapan öğretmenler, aşağıdaki kalıbın defalarca tekrar ettiğini görürler:
- Farklı hazırlık seviyelerine sahip farklı çocuklar matematik dersine girerler. Bu çocuklardan bazılarının, onları küçük yaşlardan itibaren matematik konusunda destekleyen ebeveynleri varken, diğerlerinin böyle anne babaları olmamıştır.
- İlk birkaç derste ve sınavda, iyi hazırlanmış çocuklar daha yüksek başarı gösterirken, diğerleri bu başarıyı gösteremez; çoğu zaman da bu yeni ve karmaşık derse nasıl çalışmaları gerektiğini bilemezler.
- Başarısız çocuklar, başarılı öğrencilerin daha iyi hazırlanmış olduklarının farkında değildirler. Kendilerini performans farklılıklarına neden olan şeyin genetik yetenek olduğuna inandırır; “matematik insanı olmadıklarına” karar vererek, matematik çalışmaktan vazgeçer ve giderek daha çok geride kalırlar.
- İyi hazırlanmış çocuklar da başarısız arkadaşlarının basitçe “hazırlıksız” olduklarının farkında değildirler. Kendilerinin “matematik insanı” olduklarına inanır ve bu derse ilgi duymaya ve daha çok emek vermeye başlarlar. Böylece kendi akademik avantajlarını pekiştirirler.
Böylece, matematikte başarılı düzeyinin değişemeyeceği inancı, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet ve büyük bir kısır döngü haline gelir.
Yetenek mi? Beceri mi?
Oysa, matematikte başarılı olmanın çoğunlukla genetik olduğu fikri, daha büyük bir yanılgı olan zekanın çoğunlukla genetik olduğu efsanesiyle aynı yönde karanlık bir fikirdir. Bu yaklaşımı destekleyen çok sayıda makale ve araştırma da bulunmaktadır. Örneğin, Purdue Üniversitesi’nden psikolog Patricia Linehan öğrenme eğilimini belirleyen iki temel inançtan söz etmektedir.
Linehan’a göre öğrenme eğitimlerini belirleyen faktörlerden birisi de kişilerin yeteneğe dair inançlarıdır. Linehan, bu inanışları iki uç şekilde tanımlar. Buna göre öğrencilerin bir bölümü becerinin tuttarlı çalışma ve çaba ile artan bir nitelik olduğuna inanır. Bu inancın adı
Bunun tam karşısındaki grupta ise yeteneğin dünyaya gelirken sahip olunan ve daha fazla geliştirilemeyen bir nitelik olduğu inancı yer alır. Bu grupta yer alan öğrenciler, yeteneğin geliştirilemez olduğuna, çabayla artmayan sabit bir benlik kalitesi olduğuna inanırlar. “Ya akıllısın ya da değilsin, hikayenin sonu!” diyen “varlık yönelimi” düşüncesi, kötü sonuçlara yol açar. Bu, diğer birçok çalışma tarafından da onaylanan bir sonuçtur.
Öğrenciler Bilse, Gelecekleri Değişir!
Psikologlar Lisa Blackwell, Kali Trzesniewski ve Carol Dweck tarafından gerçekleştirilen bir başka çalışmada ise, insanların zeka hakkındaki inançlarını belirlemek için şu alternatifler sunulmuştur:
- Zekanız belli bir seviyededir ve onu değiştirmek için gerçekten fazla bir şey yapamazsınız.
- Zeka kapasitenizi her zaman değiştirebilirsiniz.
Araştırma öncelikle “Zeka kapasitesinin değiştirilebileceğini” düşünen öğrencilerin daha yüksek notlar aldığı sonucunu bulmuştur. Dweck ve meslektaşları daha sonra dikkate değer bir çalışma yapmışlardır: Bir grup yoksul azınlık ortaokul öğrencisine, zekanın düzenli çalışma ve çabayla geliştirilebileceğine; öğrenmenin beyni yeni bağlantılar kurarak değiştirdiğine ve bu değişim sürecinden öğrencilerin sorumlu olduğunu anlatmışlardır.
Bu bilgi, yani öğrencileri daha çok çalışarak gelişebileceklerine ikna etmek, onları daha çok çalışmaya ve daha yüksek notlar almaya yöneltmiştir. Öte yandan, zekanın gelişebilirliğini öğrenmek, zekanın genetik olduğuna inanan öğrenciler üzerinde etkili olmuş onların da çalışma tutumunu hızla değiştirmiştir.
Neden Matematikte Başarılı Olmalıyız?
Peki bu çalışmalar neden matematiğe odaklanmıştır? Öncelikle, günümüzün temel becerilerinin büyük bölümü matematik temelleri üzerinden yükselir. Bu nedenle, matematik öğrenemeyeceğine inanmak özellikle kişinin kendi kendine zarar vermektedir. Ancak aynı zamanda matematiğin “doğuştan gelen yetenek yanılgısının” en köklü olduğu alan olduğuna inanıyoruz. Sizi herkesin matematik öğrenebileceğine ikna edebilirsek, aslında bu, yeterince sıkı çalışırsanız hemen hemen her şeyi öğrenebileceğinize sizi ikna etmek için kısa bir adımdır.
Kültür de Öğrenme Kapasitesini Şekillendirir!
Kişisel inançlarımızın öğrenme kapasitesini şekillendirmesinin yanı sıra toplumsal kültürün de etkili olduğunu belirtmeliyiz. Örneğin Doğu Asya toplumlarının; Japonların, Çinlilerin ya da Korelilerin son dönemlerde gösterdiği ulusal başarıda kültürlerinin öğrenme ve çabaya dair boyutlarının etkisi tartışılmazdır. Nisbett, “Zeka ve Nasıl Elde Edilir?” adlı kitabında Doğu Asya ülkelerinin eğitim sistemlerinin doğuştan gelen yeteneklerden çok sıkı çalışmaya nasıl odaklandığını anlatıyor:
“Japonya’daki çocuklar yılda yaklaşık 240 gün okula giderken, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki çocuklar yılda yaklaşık 180 gün okula gidiyor.”
“1980’lerin Japon lise öğrencileri günde 3.5 saat okuyorlardı ve bu sayının bugün daha da yüksek olması muhtemeldir.”
“Japonların ve Korelilerin, zekanın ve entelektüel başarının son derece eğitilebilir olduğunu öğrenmeye ihtiyaçları yoktur. Konfüçyüs bu konuyu ikibin beş yüz yıl önce öğretti..”
“Japonlar, Koreliler bir işi kötü yaptıklarında, daha çok çalışarak karşılık verirler.”
“Başarısızlık karşısında sebat, Asya’nın kendini geliştirme geleneğinin büyük bir parçasıdır. Ve o ülkelerdeki insanlar, Batılıların aksine, geliştirmeye hizmet eden eleştiriye alışkındırlar.”