Hayatımız boyunca ilk kez ve günlerdir evdeyiz… Dört duvar arasında kapalı olmak öyle yabancısı olduğumuz bir şey ki sosyal medya, televizyon reklamları, haber kanalları bize hep aynı şeyi empoze ediyor: ‘Evde Hayat var!’
Oysa nasıl da unutmuşuz aile üyeleriyle birlikte olmayı, sohbet etmeyi, birbirimizi uzun uzun dinlemeyi. Belki bu yüzden yıllardır beraber yaşadığımız kişilerle yeniden tanışıyoruz. Kimsenin bir yerlere yetişmek zorunda olmadığı kahvaltı sofralarında, kahve saatlerinde birbirimizle konuşmaya ve yeniden diyalog kurmaya çalışıyoruz. Peki ya birbirimizi gerçekten duyuyor muyuz?
Psikolojide Yakınlık-İletişim Önyargısı (Closeness-Communication Bias) olarak tanımlanan durum, neden yakınlarımızla daha fazla iletişimsizlik yaşadığımızı ve birbirimizi anlamakta güçlük çektiğimiz açıklıyor. Bu teoriye göre bir kişi ile ilişkimiz ne kadar yakın ise onun diyeceklerini önceden tahmin edip, daha kendisini ifade etmesini beklemeden cümlesini tamamlama olasılığımız o kadar yüksek. Bu önyargılı tahmin de yakınlarımızla aramızda ciddi iletişim sorunlarının doğmasına neden olabiliyor.
Sevdiklerimize Daha mı Önyargılıyız?
Nasıl ki sürekli kullandığımız yollarda haritaya ihtiyaç duymuyorsak yakın olduğumuz kişilerin olaylar karşısında göstereceği tepkileri tahmin etmek için onları dinlemeye ihtiyaç duymuyoruz. Ancak yollar değişken olmasa da insanların ruh hali değişken. Yaşadığımız her olay, deneyimlediğimiz her yeni durum bizi şekillendiriyor. Bu yüzden bir sene önceki biz ile aynı değilizdir hatta dünkü ben ile bugünkü ben ile bile aynı değiliz.
Sosyal bilimler alanında araştırma yapan uzmanlar Yakınlık-İletişim Önyargısını gözlemlemek için gerçekleştirdikleri bir uygulamada yakınlığın önyargıları nasıl etkilediği ortaya koyuyorlar. Bu deneyde iki farklı senaryoya göre oluşturulan iki gruptan birincisinde denekler yakın ilişki halinde oldukları kişilerle eşleştirilirken (anne, baba, eş ya da çocuk) ikinci grupta denekler daha önce hiç tanımadıkları insanlarla eşleştiriliyor ve karşılarındaki kişilerin belirli olaylar karşısındaki tepkilerini tahmin etmeleri isteniyor. Çalışmanın sonucu ilginç: Denekler, yakınlarının tepkilerini iyi tahmin edebileceklerine inanmalarına rağmen, yabancıların tepkilerini daha doğru bir şekilde tahmin ediyorlar.
Anlamak İkinci Kez Düşünmeyi Gerektiriyor
Chicago Üniversitesi Booth İşletme Fakültesi Davranış Bilimleri Bölümünden profesör Nicholas Epley bu durumu şöyle açıklıyor; “Bir başkasını tam anlamıyla anlayabilmek için ikinci kez düşünmemiz gerekir. Bunu yapmak için de karşımızdakini çok iyi dinlemeli ve dinlediklerimizi zihnimizde yeniden değerlendirmeliyiz. Bu süreci zamandan
tasarruf etmek için yakın ilişkimizin olduğu kişilerde kullanmayız. Zihin enerjisini ekonomik kullanır. Kişilerin gündelik yaşam içinde değişebileceği gerçeğini göz ardı ederiz.
Örneğin yunuslarla yüzen ve bundan çok keyif alan eşimi doğum günü hediyesi olarak büyük bir akvaryuma götürdüm. Orayı beğeneceğinden emindim. Ancak planım tamamıyla yanlıştı çünkü eşim hamileydi, sürekli midesi bulanıyordu ve etrafında sürekli hareket halinde olan balıkların varlığı onun hiç hoşuna gitmemişti. Eğer eşimi dikkatlice dinleseydim kokulara ve hızlı harekete karşı hassasiyeti olduğunu bilirdim. Hepimiz ilişkilerimizde önyargılar oluşturur ve onlara göre davranırız. Halbuki önyargılarımız yüzünden iletişimde sık sık hata yaparız. Artık eşime sürpriz yapmaktansa ilk önce fikrini soruyorum.”
Dertleşmek İçin Yabancıları Tercih Ediyoruz
Yakınlık-İletişim önyargısı sadece karşımızdakini dikkatlice dinlememizi engellemez, bizim de yanlış anlaşılmamıza neden olur. Örneğin ABD’de 38 üniversite öğrencisi ile yüzyüze, 2000 öğrenci ile çevrimiçi olarak gerçekleştirilen bir başka çalışma insanların en büyük endişelerini kişisel bağlarının daha az olduğu kişilerle paylaştıklarını; yakın oldukları kişilerin daha yargılayıcı olabilecekleri endişesiyle sorunlarını onlarda paylaşmadıklarını ortaya koymaktadır.
Harvard Üniversitesi’nde sosyolog Mario Luis Small’e göre, bunun nedeni ilişkilerimizin daha sınırlı olduğu kişilerin bizi daha nesnel dinleme, daha doğru sorular sorma, daha az yargılama ve böylelikle daha iyi anlama olasılıklarının yüksekliğidir.
Daha Çok ve Daha Dikkatli Dinleyelim
Peki bu durumda ne yapabiliriz? Özellikle yakınlarımızla olan ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. İngiliz antrapolog Robin Dunbar’a göre “Nasılsın?” sorusuna içten bir cevap vererek yakınlık-iletişim önyargısını kırmaya başlarız. Öylesine sorulan sorulardan çok, cevabını içtenlikle dinlediğimiz sorular sayesinde “beni dinlemiyorsun” ya da “beni dinlemiyorlar” cümlelerini çok daha az duymaya başlarız.
Eğer karşımızdakini gerçekten anlamak ve dinlemek istiyorsak onlarla iletişim kurarken daha özenli olma durumunun bizim elimizde olduğunu unutmamalıyız…














