Eğitimin geleceği nasıl olacak? Pasi Sahlberg, Finlandiya’nın başarılı eğitim dönüşümünün ardındaki isimlerden ve dünyaca tanınmış bir eğitim araştırmacısı ve eğitim politikası danışmanı. Bizde de “Eğitimde Finlandiya Modeli” adlı kitabıyla tanınan Sahlberg, son dönemlerde dünyanın pek çok ülkesine giderek gerçekleştirdiği uygulamalı seminerlerle tanınıyor. Harvard Üniversitesi’nde ders veren Sahlberg’le 2022 yılında gerçekleştirilmiş bir röportajı sunuyoruz.
Okulların Çocukları İş Hayatına Yeterince Hazırladığını Düşünüyor musunuz?
Bu güzel bir soru. Peki, geleceğin işgücünün nasıl olacağını biliyor muyuz? Biz genellikle dikkatimizi gençleri emek piyasaları için hazırlamaya verdik; “Piyasa” buradaki anahtar sözcük. Okullarda, çocuklarımıza seçtikleri işlere uygun bilgi, beceri ve hazırlığa sahip olmaları gerektiğini öğretiyoruz. Ancak bu bilgi onları sadece “çalışan” haline getirir. Sanırım, onları “iş yaratıcıları” haline getirmek konusunda yeterince kafa yormuyoruz.
Korkarım, yakın gelecekte emek piyasaları bizim alıştığımızdan çok daha az sayıda çalışan talep edecek ve her geçen gün daha çok sayıda genç, sahip olduğu eğitim ve becerilere uygun işler bulmaya çalışacak. Dünya değiştikçe, okullar gençleri pasif çalışanlar/tüketiciler olarak kalmak yerine kendileri ve başkaları için işler tasarlayacak bilgilerle donatmak zorunda kalacak.
Bu konuda bir değişiklik yapamazsak, öğrenciler gelecekte de okullarından eğitimlerine uygun işler arayıp bulmaları; eğer iş bulamazlarsa sorular yaşayacaklarını öğrenerek mezun olmaya devam edecekler. Bunun yerine mentaliteleri “sana uygun bir iş bulamıyorsan, o zaman kendi işini yarat!” olmalı.
Öğretmenlik Mesleği Nasıl Etkilenecek?
Finlandiya’da, öğretmenlik mesleği değişti ve değişmeye de devam ediyor. Bunun bir nedeni, artık Finlandiya’da çok farklı kültürlerden gelen, Fin okul kültürüne ve topluma uyum sağlamaya çalışan öğrenci ve ailelere sahip olmamız. Ben mesleğe başladığımda, bütün öğrencilerimiz ana dili olarak Fince konuşur, aynı dini kökenden gelir ve birbirlerine benzer şekilde davranırdı.
Öncelikle, Finlandiyalı öğretmenlerin karşılaştıkları zorlukların başında, özellikle başkent ve diğer büyük kentlerdeki okullarda alışılmışın dışında bir hayat tarzından gelen ve çocuklardan umduğumuz becerilere sahip olamayan öğrencilerin varlığı geliyor.
İkinci olarak, Fin toplumunun da yapısı değişiyor ve eşitsizlik yükseliyor. Eğitimciler, her geçen gün daha fazla dağılmış aile çocuğuyla ve daha çok yoksullukla karşılaşıyorlar. Bütün bunlar öğretmen olarak onları etkiliyor. Öğretmenlerin bu dönüşümle etkin bir şekilde baş edebilmeleri için onlara destek olmamız gerektiğine inanıyorum.
Üçüncü olarak öğretmenlerin öğrencileri adına ve mesleki olarak hissettikleri güvensizlikten söz etmeliyiz. Bunlar, sınıflarımızda gündelik olarak karşımıza çıkan ve eğitimin geleceğine dair kararlar ve politikalar geliştirirken gözden kaçırmamamız gereken yapısal sorunlar.
Öğrenci Değerlendirme ve Sıralama Sistemlerimiz Nasıl Değişmeli?
Finlandiya öğrenci değerlendirmesinde önde gelen ülkelerden. Öğretmenlerin yaptığı değerlendirmelere güveniyoruz; yanı sıra – küresel olarak hala önemi fark edilmeyen- öğrencilerin kendi kendilerini değerlendirmelerini de önemli bir araç olarak görüyoruz.
Öte yandan başka bazı ülkelerde, öğrenci değerlendirmelerinin okul dışı organizasyonlar tarafından yapıldığını görüyoruz. Bunun anlamı öğrencilerin performanslarının okul dışı bir kurum ya da organizasyon tarafından değerlendirilmesi. Bence dünya, Finlandiya’da uyguladığımız öğretmenlerin pedagojik bağımsızlığına ve öğrencilerin öz-değerlendirmelerine saygı duyduğumuz uygulamalara daha yakından bakmalı. Öğrenmenin niteliğini en iyi içinde yaşayanlar değerlendirebilir.
Finlandiya sisteminin diğer Kuzey Avrupa ülkelerinde uygulanan –ve yaratıcılığa ve öğretmenlere güven için çok az alan bırakan- standart test sistemlerinden daha iyi çözümler ürettiğine inanıyorum. Çünkü sadece testlerde başarılı olmak için ders çalışma alışkanlığı, öğrenmeyi giderek sevimsiz bir hale getiriyor.
PISA’ya Dair Düşünceleriniz Nelerdir?
OECD, üye ülkelerin eğitim performanslarını değerlendirmek amacıyla PISA sınavını uygulamaya 15 yıldan daha uzun zaman önce başladı. Bugün, Finlandiya da dahil olmak üzere, eğitim sistemlerinin farklı kriterlerle değerlendirilmesi gereken bir noktaya ulaştık. Biz örneğin, hedefimizi PISA’da birinci olmaktan başka noktalara taşımalıyız.
Eğitim artık okuma becerisinde, matematik ya da fen de iyi olmaktan daha fazlası olmak zorunda. PISA bir ülkenin sisteminin bütünsel olarak iyi ya da zayıf olmasının bir göstergesi. Ancak geleceğin daha kapsamlı kavramlar üzerine kurulacağına inanıyorum. Sosyal bilimler, yaratıcılık, sanat, müzik –bunlar PISA’nın hiç değerlendirmediği alanlar. Bu alanları da değerlendirecek göstergelere ihtiyacımız var.
Eğitimin Dijitalleşmesini Nasıl Yorumluyorsunuz?
Bir süredir eğitimin dijitalleşmesi kavramının tam olarak neyi işaret ettiği üzerine düşünüyorum. Geleneksel kitaplar yerine her öğrencinin tabletlerden ders izleyeceği, dijital eğitim malzemelerinden mi söz ediyoruz? Yoksa okulların fiziksel varlığının ortadan kalkacağı, öğrencilerin uzaktan derslerle eğitileceği yepyeni bir sistemden mi?
Bu noktada dijitalleşmenin ne getireceğini bilmiyoruz, bu yüzden bu soruyu tam olarak yanıtlamak zor. Benzer şekilde eğitimin dijitalleşmesinin iyi mi yoksa kötü mü olacağını da henüz bilemiyoruz. Yakın zamanlarda gerçekleştirilmiş bir çalışma, beyinlerimizin her türlü yeni duruma uyum sağlayabilecek plastik kaslar gibi çalıştığından söz ediyordu. Tahminler, ülkedeki K-12 öğrencilerinin yarısından fazlasının yoğun şekilde internet ve sosyal medya kullanıcıları olduğunu gösteriyor. Bu çocuklar, günlük olarak ekran karşısında 3-4 saatten fazla zaman harcıyorlar. Gençler artık eskisi kadar kitap okumuyor, bilgilerini içinde çok sayıda hiper bilgi köprüleri olan internet kaynaklarından alıyorlar.
Dijitalleşme Çocukları Nasıl Etkileyecek?
Bu kültürel dönüşümün beyin yapımız üstünde de etkileri var. İlk bulgular, internet kullanımının özellikle de hiper bağlantıların beyin yapımızı değiştirdiğini gösteriyor. Beyin, bu hızlı veri akışına uyum sağlamayı; bir bilgiye sadece on saniye baktıktan hemen sonra bambaşka bir veriye konsantre olabilmeyi öğreniyor. Beyinde gerçekleşen bu değişim nedeniyle, geleneksel okuma yeni kuşaklara giderek daha zor gelmeye başlıyor. Geleneksel şekilde kitap okumayı zor bulan öğrencilerin sayısı hızla yükseliyor. Beyni bu şekilde hızlı veriye alışmış bir çocuk, eline bir kitap verildiğinde sadece 10-15 dakika kadar baktıktan sonra kitabın sıkıcı olduğun karar veriyor.
Ben, Finlandiya’nın PISA sınavındaki gerilemesiyle çocukların artan ekran süreleri arasında da bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerin beyni, giderek matematik ya da okuma bilgisini işleyemeyecek şekilde değişim gösteriyor.
Okulun Amacı Ne Olmalı? Neyin Pratiğini Kazandırmalı?
Şimdiye kadar okulları çocuklarımızı hayata, iş yaşamına ve daha yüksek okullara hazırlayan yerler olarak gördük. Bugüne kadar bu fikir geçerliliğini korumayı da başardı. Artık, okulun amacını yeniden değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Dünya hızla değişiyor ve sadece bilgi vermek yeterli değil. Geleceğin dünyasının da çocuklarımızdan ne bekleyeceğinden emin olamayız.
Okulların gelecekteki fonksyonunun çocukların içlerinde sahip oldukları –ve geleneksel eğitimin üstünü örttüğü- tutkuyu bulabilmeleri ve yaratıcılıklarını ortaya çıkarabilmeleri olacağını hissediyorum. Bir başka deyişle her çocuk kendi içindeki alevi, hayatı boyunca tutukuyla bağlanacağı şeyi bulmalı.
Böyle bir yaklaşım önemli çünkü Finlandiya’daki ve diğer ülkelerdeki gözlemlerimden, öğrencilerin büyük bölümünün hemen hemen hiçbir konuda çok iyi olmadıklarına inanarak mezun olduklarını görüyorum. Çok şey biliyorlar ama belirli bir alanda öne çıkabileceklerine inanmıyorlar. Okullar, her çocuğa tek tek kendi yollarını bulmaları konusunda destek olmalı. Ancak bu şekilde, çocuklar hangi konuda iyi olduklarını, hayatlarını hangi becerilerin etrafına kurabileceklerini anlayabilirler. Buna özen gösterilmezse, yeni kuşaklarda yıllardır ezberlenen genel bilgilerle mezun olmaya devam edecekler.
Peki, beyinde bu değişimler yaşanırken, okulardaki geleneksel eğitim davranışlarına ihtiyacımız olacak mı? Gelişmeler bu hızla sürerse bir konuyu derinlemesine anlamak ve yorumlamak çok zor hatta imkansız hale gelecek. O zaman, okulların öğrenciye bilgiye ulaşmayı ve etkili düşünme becerilerini öğretmesi gerekmez mi? Kitapları okuyup, karşılıklı olarak tartıştığımız günlerde bilginin işlenmesi çok daha kolay gerçekleşiyordu. Bilginin derinlerine inebilme, yorumlama fırsatımız vardı.
Bu nedenle dijitalleşmeyle ilgili anahtar sorumuz şu olmalı: Okullar neyin pratiğini kazandırmalı? Bu sorunun yanıtı büyük oranda teknolojinin üzerimizdeki etkisiyle ilişkili. Daha önce de belirttiğim gibi, yeni kuşakların beyin yapısındaki değişimlerin bir noktadan sonra okullarda yaptığımız işi, uyguladığımız metotları da değiştirmesinden endişeleniyorum.
Böyle bir durumda, ben kendi oğullarımın etkili düşünme, empati kurma, işbirliği geliştirme, okuma ve okuduğunu yorumlama gibi becerileri geliştirmesi tercih ederdim. Çünkü oğullarım zaten tablet ve bilgisayarlarla içiçe büyüdüler. Başka velilerin nasıl düşüneceğini bilemiyorum ama benim düşüncem açık: Eğer bir okul benim çocuklarıma bir şey öğretecekse, bu kesinlikle düşünme olmalı!
hundred.org’da, 27.02.2016 tarihinde yayınlanmış olan ‘We should take assesment beyond things PISA measures’ başlıklı röportajdan özetlenerek uyarlanmıştır.