Finlandiya hakkında ne biliyorsunuz? Dünyanın en mutlu ülkesi olduğunu mu? Evet, doğru. Eğitim sisteminin çok başarılı olduğunu mu? Pekala, bu da yarı yarıya doğru. Finlandiya gerçekten de uluslararası eğitim sıralamalarında zirvelerde yer alıyor – ama bu başarıyı kız öğrenciler sayesinde gerçekleştiriyor! Nasıl mı? Gelin yakından bakalım.
OECD’nin üç yılda bir gerçekleştirdiği ve 15 yaşındaki öğrencilerin okuma becerisi, matematik ve fen okuryazarlığını ölçen PISA değerlendirmesi, ülkelerin eğitim sistemleri hakkında pek çok farklı bilgiyi görünür kılıyor. Finlandiya, cinsiyetler arası performans farkının kolaylıkla izlenebileceği bir örnek; çünkü Finli öğrenciler, genel performansa dayalı başarı listelerinde zirvede yer alsalar da aslında cinsiyetler arasında önemli bir performans farkı ortaya koyuyorlar. Okuma becerisi alanında Finli kız öğrencilerin %20’si en yüksek puanları alırken, erkek öğrencilerin sadece %9’u aynı dilimde kendilerine yer bulabiliyor. En düşük okuma becerisi puan diliminde ise cinsiyet dağılımı tam tersi yönde gerçekleşiyor: Finli erkek öğrencilerin %20’si en düşük puan diliminde yer alırken, kız öğrencilerin %7’si bu dilimde bulunuyor.
Ancak burada sakın Finlandiya’ya özel bir durumdan söz ettiğimizi düşünmeyin. Cinsiyete dayalı performans uçurumu başka pek çok sınavda ve dünyanın diğer ülkelerinde de benzer şekilde kendini gösteriyor. Bir başka deyişle Amerika’dan, Çin’den ya da Türkiye’den olan öğrencilerin de Finlandiya’daki yaşıtlarından pek bir farkı yok.
Dünyanın dört bir yanındaki ilk ve ortaokullarda kız öğrenciler, erkekleri geride bırakıyor. Erkeklerin matematikte gösterdiği ve -farkı giderek kapanan- başarısını saymazsak, kızlar okuma becerilerinde erkeklerin yaklaşık 1 yıl önünden ilerliyorlar. Üç temel derste (matematik, fen ve okuma becerilerinde) erkek öğrencilerin başarısız olma olasığı kızlardan %50 daha yüksek. Bu durumu İsveç, pojkkrisen (erkek çocuk krizi) olarak adlandırarak çalışmalar başlatırken; Avusturalya, “Boys, Blokes, Books and Bytes” adlı bir program tasarlıyor.
Kız Öğrenciler, Dil Becerisinde Bir Yıl Önde!
Örneğin ABD, kızların geleneksel olarak hep daha başarılı ve güçlü olduğu bir ülke. Ancak son yıllarda kızlar, özellikle dil ve sözel becerilerde daha küçük yaşlardan itibaren kendilerini gösteriyorlar. Beş yaşındaki kız çocuklarının okula hazır bulunma olasılığı aynı yaştaki erkeklere göre %14 daha yüksekken; özellikle zengin-yoksul, siyah-beyaz, anaokuluna gitmiş-gitmemiş kriterleri de eklendiğinde, performans farkı daha da fazla açılıyor.
İlkokul dördüncü sınıfta okuma becerisinde kızların lehine olan %6’lık fark, sekizinci sınıfa doğru %11’e ulaşırken; matematik dersinde erkeklerin lehine olan 6 puanlık fark, sekizinci sınıfına gelindiğinde tersine dönerek 1 puan eksiye dönüyor. Stanford’dan Sean Reardon’ın ülke genelindeki sınav sonuçlarına dayanarak yaptığı çalışma, matematikte üçüncü ve sekizinci sınıflar arasında büyük bir fark bulmazken, okuma becerisinde ciddi bir performans farkına işaret ediyor. Buna göre ABD’deki hemen her bölgede kız öğrenciler İngilizce Dili (ELA) sınavlarında erkek öğrencileri geride bırakıyor.
Liseye gelindiğinde ise kız öğrenciler, yerlerini daha da perçinliyor. Eğitim görmeleri konusunda çok az desteklendikleri yarım yüzyıl öncesinde bile başarılı olan kızlar, günümüzde çok daha belirgin şekilde öne çıkıyor. Kızların lisede en yaygın notu A; erkeklerin ise B. Kız öğrenciler en yüksek not diliminin üçte ikisini oluştururken, oranlar alt basamaklara indikçe tersine dönüyor.
Durum, geniş katılımlı sınavlarda da pek farklı değil: Erkeklerin genel olarak daha iyi performans gösterdiği SAT benzeri sınavlarda da fark giderek kapanıyor. Hatta performans farkının SAT’de sadece 13 puana kadar indiğini biliyoruz. Bir başka güncel örnek ise New York Times‘tan: Her yıl ortaokul ve lise öğrencileri arasında yazı yarışmaları düzenleyen New York Times gazetesinin editörleri, son yıllarda yarışmaya başvuranların arasında kız-erkek oranının 2:1, hatta yer yer 3:1’e kadar yükseldiğini belirtiyorlar.
Peki bu eğilimin ne kadar farkındayız? Aslına bakarsanız pek değiliz; hatta bu veri ile pek ilgilenmiyoruz bile… Örneğin cinsiyetlere dayalı akademik performans bilgilerine ulaşmak imkansıza yakın. ABD’de eyaletlerin federal yasalarına göre öğrencilerin lise mezuniyet ortalamalarının ırk, etnik köken, İngilizce yeterliliği, ekonomik dezavantaj, evsizlik, koruyucu aile statüsüne göre ayrıştırılarak düzenlenmesi gerekiyor. Ancak eyaletler, başarı notlarını cinsiyetlere göre bildirmek zorunda değiller.
Erkek Çocukların Geride Kalma Nedeni Ne?
Gelelim bu başarı uçurumunun ardındaki olası nedenlere. Kız ve erkek öğrenciler arasındaki bu performans farkı nasıl açıklanabilir? Erkek öğrencilerin akademik başarısızlığının ardında hangi nedenler olabilir? Erkek öğrencilerin teknolojik oyun merakı, tembelliği ya da ilgisizliğinden dem vurmak yerine neler yaşandığına daha gerçekçi şekilde bakabilir miyiz?
Uzmanlara göre bu durumun birçok olası açıklaması var. Örneğin bazı eğitimciler, erkeklerin performans düşüklüğünün akademik başarı ile toplumsal başarı arasında bağ kuramamaları olduğunu söylüyor. Bu, bütün eğiticilerin üzerine uzun uzun düşünmesi gereken bir sorun. Toplumlar, eğitimi sadece bir iş bulma, para kazanma yolu olarak görmeye devam edip, akademik bilginin değeri düşmeye devam ettikçe bu şikayeti daha çok duyabiliriz.
Bir başka bakış açısı ise erkek öğrencilerin akademik başarısızlığını okullarda erkek öğretmen sayısının azalmasına ve daha fazla kadın öğretme varlığının erkek öğrenciler için bir çeşit dezavantaja dönüştüğüne dikkat çekiyor.
Ancak yeni araştırmaların ışığında bu başarı düşüklüğünün arkasında daha gelişimsel bir etki aramak da mümkün. Örneğin her dört erkek çocuktan birinin (%23) “gelişimsel engelli” olarak etiketlendiği günümüzde, belki de erkek öğrencilerden çok eğitim sisteminin bir eksiği olup olmadığını tartışmalıyız.
Performans Farkının Nedeni Ergen Zihni mi?
Fırsatlar Çağı: Ergenliğin Yeni Bilimi adlı kitabında Laurence Steinberg, şöyle anlatıyor:
Aslında lise çağındaki ergenler; sakince düşündüklerinde, yorgun olmadıklarında ve daha iyi tercihler yaptıkları için öğretmenleri ya da aileleri tarafından ödüllendirileceklerini bildiklerinde yeterince doğru kararlar verebiliyorlar.
Ama hepimizin bildiği gibi gençlerin doğru karar vermesini engelleyecek çok fazla mazeretleri var. Bu mazeretin belki de en önemlisi ve en az bilineni ise nörolojik gelişim süreçleri olabilir. Steinberg, ergenlik döneminde beynimizin heyecan isteyen bölümü ile dürtülerimizi kontrol eden bölümünün arasında büyük bir savaş yaşandığını anlatıyor. Bu iki fonksiyonu, bir arabanın gaz ve fren pedalları gibi düşünebiliriz. Stanford’dan biyolog Robert Sapolsky’a göre “olgunlaşmamış frontal korkteksin, böyle fazla bir dopamine karşı koyacak yeterli gücü yok” yani ergenlerin öz-kontrol stratejilerini geliştirebilmeleri için yardıma ihtiyaçları var.
Bir başka deyişle nörolojik bilgiler bize ergenliğin, çocuğun kendisini dizginlemekte zorluk çektiği özel bir dönem olduğunu gösteriyor. Ergen erkekler için bu “dizginlemenin” daha zor olduğunu biliyoruz; onlar bu dönemi hem daha fazla hızlanarak hem de kendilerini dizginlemekte zorluk çekerek geçiriyorlar. Çünkü bu süreçlerin “CEO’su” olan prefrantal korteks, erkeklerde kızlara göre yaklaşık iki yıl daha geç olgunlaşıyor. Örneğin beyincik, kızlarda 11 yaşında tam boyutlarına ulaşırken, erkeklerde bu olgunluk için 15 yaşına kadar beklememiz gerekiyor.
Hacettepe Üniversitesi’nden Gökçen Akyürek’e göre beyincik, başka bazı görevlerin yanı sıra “duyusal, bilişsel ve düzenleyici kapasiteler üzerinde de yönetici etkiye sahip”. Öte yandan beynin dikkat ve sosyal bilişi yöneten bölümü olan hipokampüs de en büyük cinsiyet farklılıklarının orta ergenlik döneminde meydana geldiğini gösteriyor. Eğer zihinlerinde neler olduğunu kavrayabilselerdi belki de “Neden kız kardeşin gibi davranmıyorsun?” sorusuna erkek çocuklarımız şu cevabı verirlerdi: “Anne, çünkü, kortikal ve subkortital gri maddem zihinsel aktivitelerimi yeterince hızlı yönetemiyor.”
Bunu şöyle de anlatabiliriz: Beyin gelişirken sinir işlevlerinin gelişmesi için bazı alanlardaki sinirlerin “budanması” ve bu alanların küçülmesi gerekir. Bu budama işlevi özellikle ergenlikte önemlidir ve çok sayıda araştırma bize kızlarda bu gelişimin erkeklere göre daha erken gerçekleştiğini göstermektedir.
Bu gelişimsel fark tam da akademik başarıyı sağlayacak olan beceri ve özelliklerin geliştirildiği, öğrencilerin genel not ortalamaları hakkında kaygı duymaları gereken yaşlarda en geniş aralığa erişir. Ulusal Bilimler, Mühendislik ve Tıp Akademilerinin Yeni Ergenlik Biliminin önemine ilişkin 2019 tarihli raporu da “özellikle ergenlik döneminde beyin gelişimindeki farklılıkları üzerine çalışan bu bilimin, henüz ergenlik döneminde belirginleşen cinsiyet eşitsizlikleri ve eğitim politikaları üzerinde hiçbir etkiye sahip olmadığını” belirtmekte, akademik raporların eğitimle ilgili bölümlerinde cinsiyet farklılıklarına dair özel öneri ve çözümler olmadığının altını çizmektedir. Bir başka deyişle cinsiyet farklılarının nörolojik gelişim açısından da incelenmesi pek çok alanda bilgimizi arttıracaktır.
Tarihsel Bir Komplo mu?
Öte yandan nörolojik açıdan cinsiyet farklarının incelenmesi özellikle eğitim açısından bakıldığında yanlış bir çerçeveye oturmuş olabilir. Çünkü genel kanının tersine, farkın nedeni kadın ve erkek beyinlerinin farklı gelişmesi değil, farklı bir zamanlamayla gelişmiş olmalarıdır. Kronolojik yaş ile nörolojik gelişim yaşı açısından iki cins arasında önemli farklar bulunmaktadır ve bu fark kızlara akademik hayatta önemli bir avantaj sağlamaktadır.
Ancak bunları yazarken, bu bilginin kızlar adına gizli bir avantaj konuşması olarak algılanmasına neden olmamalıyız: Ne de olsa yüzlerce yıldır hem eğitim sistemini oluşturanlar hem de bundan faydalananlar erkeklerdi. Yani eğitim sistemini erkekler aleyhine çevirmek için gizli bir komplo yapmış olmalarına imkan yok.
Ancak okulların ve toplumun erkekleri eğitip, kız öğrencilerin daha çok ev içi rollere yönlendirildiği ve yüksek eğitimden uzak tuttuğu dönemlerde eğitim sisteminin cinsiyet yanlısı olduğunu fark etmemiz zordu. Belki de kadınların eğitimde kalma ve adil şekilde yarışma hakkını elde etmesiyle erkeklerin zannedildiği kadar başarılı olmadığını ve kız öğrencilerin bu konuda doğal avantajları olduğunu fark etmeye başladık.
Kadınların Akademik Hayattaki Yükselişi
ABD’de lisans derecelerinin %75’ini kadınlar bitiriyor; üstelik geleneksel olarak “kadın alanı” görülen sahaların da dışına taşıyorlar: 1970’de sadece %20 olan kadın hukuk mezunları artık mezunların %47’sini oluşturuyor. Kadınlar, her beş yüksek lisans ve önlisans derecesinden üçünü kazanırken ve Diş Hekimliği ile tıp gibi alanlarda da mezuniyetin yarısını elde ediyorlar (1972’de bu oran sadece %7 idi). Kadınların akademideki sayısal artışı sadece öğrencilerle sınırlı değil: 2020’de en iyi 16 hukuk fakültesinin baş editörlüğünü kadınlar üstleniyordu.
OECD üyesi ülkelerde lisans sahibi kadın sayısı, lisans sahibi erkek sayısını geride bırakalı yıllar oldu. Mühendislik, Bilgi İşlem ve Matematik gibi alanlarda hala erkeklerin daha görünür olduğunu bilsek de kızların STEM alanlarını seçmesi için yapılan çalışmaların sonucunda bu alanlarda da çok yakın gelecekte daha fazla kadın göreceğimizi biliyoruz:
- Kadınlar, Batı’da STEM alanlarındaki lisans derecelerinin %36’sını oluşturuyorlar.
- Matematik lisans programlarının %41’ini, istatistik lisans programlarının %42’sini kadınlar oluşturuyor.
Erkekleri de Desteklemek Gerekiyor!
Gelelim Batı’da okullarda ve üniversitelerde giderek daha yüksek sesle tartışılmaya başlanan soruya: Peki erkeklerin eğitim hayatında kalmaları ve başarılı olmaları için ne yapmalıyız? Erkekler için pozitif ayrımcılık kuralları uygulamak sonuçları değiştirebilir mi?
Daha çok erkeğin üniversiteye girmesini sağlamak ilk adım olabilir. Ayrıca erkek öğencilerin üniversite eğitimi süresince de desteklenmesi gerektiğini savunanlar var. Çünkü çok sayıda erkek üniversiteye girse de aynı sayıda erkeğin mezun olduğunu göremiyoruz. Erkek öğrenciler sadece eğitimlerine ara vermekle kalmıyor; önemli bölümü okula hiç geri dönmüyor. Üniversite eğitimine başlayan kız öğrencilerin %46’sı dördüncü yılı sonunda mezun olurken bu oran erkek öğrencilerde %35’lerde kalıyor.
Daha ilginç olan ise bu başarısızlığın ardındaki nedenleri anlamak konusundaki yetersizliğimiz. Birleşik Krallık’ta ve ABD’de erkeklerin üniversiteye kayıt olma ve mezun olma oranlarının düşüklüğü konusunda tatışmalar devam ederken pek çok deneyimli eğitimci durumu şöyle açıklıyor: Bilmiyoruz! MIT’den David Author gibi, veriler üzerinde uzun çalışmasıyla tanınmış bir akademisyen bile erkek eğitim eğilimlerini “şaşırtıcı” olarak niteliyor. Birleşik Krallık Üniversite ve Kolej Kabul Servisi eski başkanı Mary Curnock Cook, sadece “şaşkın” olduğunu söyleyebiliyor.
Aradığımız yanıtlardan biri kesinlikle nörolojik gelişim zamanlaması olabilir. Erkek profrontal korteksinin gelişimsel olarak daha yavaş gelişimi hem kız öğrencilerin ilköğretimden başlayarak daha başarılı olmalarının hem de erkeklerin geride kalmalarının nedeni olarak daha derin araşmaları hak etmektedir.
Ancak belki de erkeklerin başarısızlığının yanı sıra kadınların başarı motivasyonlarını da doğru anlamak önemlidir. Günümüzde kadınlar lisans eğitiminin ve finansal özgürlüğün hayatlarını nasıl değiştirebileceğinin farkındalar. 1980’lerde bir lise sınıfında üniversiteye gideceğini söyleyen erkeklerin sayısı kızlardan çok daha fazlaydı. Sadece 20 yıl içinde eğilim tam tersine döndü. Şimdi her genç kadının sadece üniversite için değil üniversite sonrası hayatları için net hedefleri var. Onlar, yüzlerce yıldır sürdürdükleri varolma mücadelesinin ödüllerini toplarken, erkekler derin bir motivasyon arayışına girmiş gibi gözüküyorlar!
Hanna Rosin’in 2012’de yayınlanan kitabının ürkütücü bir başlığı vardı: Erkeklerin Sonu. O günlerde Rosin, erkeklerin bu gerilemenin üstesinden gelebileceği konusunda umutluydu. Fakat o günden bu yana erkeklerin durumlarını yeniden değerlendirdiklerine dair bir işaret göremedik. Ancak okullarda da erkek öğrencileri desteklemek için adım atıldığını söyleyemeyiz. Bu, belki de eğitim politikalarının görmezden geldiği ve yakın gelecekte toplumsal etkileri olacak çok önemli bir kör nokta.
Bu nedenle eğer yakın gelecekte daha ciddi tartışmalara girmek istemiyorsak eğitimcilerimizin, eğitim politikası oluşturanların bu veriler üzerinde düşünmeleri çok faydalı olacaktır.
Bu makale ilginizi çektiyse “Okullar Kızların Özgüvenini Nasıl Zedeler?” adlı makalemize de göz atabilirsiniz.