Ülkemizde herkes futbolu bilir. Bir de eğitimi. Bir futbol ve Fenerbahçe sevdalısı olarak sektör olan o eğlencelik alanda olanlar çok dert değil ama eğitim konusunda anlaşmak gerektiğini düşünüyorum. Bunun içinde eğitimin tanımını, içeriğini, felsefi ve sosyolojik temellerini bilmek lazımdır kanımca. Yoksa sürekli “eğitim şart” diyerek, sürekli akademik başarının ölçü alındığı bir yaşamda ne sorun yumağından kurtulabiliriz ne de gelişimi bırakalım iyileştirme bile zor olur. Eğitimin ne olduğunu yerli yerine koyarsak eğitimden beklentimizin ne olması gerektiğini anlayabiliriz. Günümüzde salt bir meslek edinme, sınıf atlama durumu da ortadan kalkmışken bunu daha rahat yapabiliriz artık.
Eğitim Neydi?
Eğitimin tarihsel süreçlerine bakarsak yazının bulunmasıyla sistematik ve kurumsal hal aldığını görürüz. Aristokratların, saray etrafının ve din öğreticilerinin kullandığına tanık oluruz. Dolayısıyla hep bir sınıfsal durum görürüz. Hatta 1530’lardan sonra başlayan zorunlu eğitim uygulamalarına birleşik krallıkta ve Fransa’da mesafeli durulmuştur. Egemen sınıfın ayrıcalıklarını korumak ve dini, politik etkenler bunda etkili olmuştur. Abd’de siyahilerin, Avrupa’da kadınların akademide yer almalarında da toplumsal kuralların, politik tutumların etkisini kimse inkar edemez.
Buradan hızlıca eğitimin tanımına gelirsek istendik yönde davranış değişikliğidir. Farklı farklı tanımlar olsa da bir çok tanımdan da bu genel tanıma ulaşılır. Çünkü hepsinde toplum içinde değeri olan, yetenek, tutum ve diğer davranış biçimlerinin geliştirdiği süreçlerden bahsedilir. Çünkü toplum için makul, makbul olmalıdır. Yukarıda da görüldüğü üzere.
Eğitim: Felsefe, Kimlik, Amaç!
Yani eğitimin bir felsefesi, kimliği ve amacı vardır. Hakim olan zümre kimse, çoğunluk kimde ise içeriği de o belirler. Aydınlanmayla yurttaşın bilinçlendirilmesi, haklar, demokrasi bilinci gibi bilgiler içeriğe girerken 21.yy da içeriğin sistemle entegre haline getirildiğini müfredatlardan görebiliriz. (*)
Eğitimin sistemli, kurumsal bir yapı olmasının yerleşmesinden itibaren otoriter bir donanımla yürüdüğünü de görürüz. Her ne kadar alternatif pedagoji ve eğitim denemeleri olsa da hakim gücün etkisinin katlanarak devam ettiğini söylemek mümkün.
Demokrasiyi Öğretmek Değil, Yaşatmak
Oxfam’ın 2019 verilerine göre dünyadaki en zengin 26 kişinin serveti, dünya nüfusunun 3.8 milyarının toplam servetine eşitmiş. Dünyada orta sınıfın ve yoksulların büyük çoğunlukta olduğunu her yıl yayınlanan raporlarda görmekteyiz. Çok küçük sayıda azınlığın dünyanın çok büyük gelirine sahip olduklarını okuyoruz medyada. Dolayısıyla bir ezenler ve ezilenlerden söz etmek yapılması gereken en doğru belirlemedir. P. Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi” eseri bu anlamda çok değerlidir.
Hiçbir güç kendi egemenliğinin kaybetmek istemez. Böyle olunca eğitim de bu gücün en iyi aracıdır. Araç da görevini yapabilmek için kurallar, itaat dizgesi içerisinde devam etmiştir. Artık eğitim tüm halkın katılımına açık hatta belli yaşlara kadar zorunludur, ancak….
Toplumların büyük çoğunluğunun mutsuz ve kaygı içerisinde olduğu bir zamandayız. İşte tüm bu nedenlerle ve eğitimin aslında politik bir içerik, politik bir tutum olduğunu fark edersek demokratik bir eğitimin, demokratik eğitim ortamının gerekliliğini görürüz. Öğretilen değil yaşanılan bir demokrasi eğitimi demeliyiz buna. Ayrıca demokrasi, eşitlik ilkesi söz konusuysa anlamlıdır. İnsanların eşitliği…
Okul Meclisleri: Kaldırıldığını Farketmedik!
Ülkemizde de bir dönem uygulanan okul meclisi, sınıf, okul temsilciliği gibi demokratik etkinlikler demokrasi kültürünü çocukluktan vermeye yönelik bir girişimdi. Artık tamamen ‘di.’ Hatta öyle biçimsel bir etkinlik olduğundan bir kazanım da elde edilemedi. Çünkü kaldırıldığını bile kimse fark etmedi.
Sınıfta Otoritenin Sıradan İzleri…
Okul kıyafetleri, sınıfa öğretmen gelince ayağa kalkma, parmak kaldırarak söz alma, saç tıraşları, ceket düğmelemek vb ilk akla gelen otoriter eğitimin izleridir. Otoriter eğitim, makul ve makbul yurttaş yetiştirirken sorgulama, eleştirel yaklaşım gibi insani özellikler mümkün olduğunca törpülenir.
İlkokul öğretmeni olduğum için önermelerim buradan olacaktır. Ayrıca önermelerden önce öğretmenin ilk olarak otoriter eğitim ve demokratik eğitimle ilgili farkındalık geliştirmesinin en doğrusu olduğunu söylemek gerekir. En azından benim öğrenme, farkındalık sürecim böyle gelişti. Sınıfta öğretmen ve sınıf başkanı olmamalı. Çünkü öğretmen en büyük otoritedir sınıfta. Otoritenin olduğu yerde ise demokrasiden bahsedemeyiz. Otorite her şeyi belirleyecektir. Kuralları, doğruyu, yanlışı…ona göre makbul, makul öğrenciler oluşmasını bekleyecektir.
Sınıf Başkanı Kimi Temsil Eder?
Öğretmenin olmaması fiziken olmayan bir kişi değil atanan kimlik olan öğretmenin olmamasıdır. Gördüğüm her sınıfta başkan, öğretmen gelene kadar yaramazlık yapanı, gürültü yapanı tahtaya yazar. Bu arada kendisinin ve arkadaşlarının yaptıkları hep es geçer. Öğretmen sınıfa girdiğinde herkes ayağa kalkar. Bu da itaatkar bir davranıştır. Otoriteyi tanımaktır. Çocukların kendi aralarındaki uyuşmazlıkları, tartışmalarında “öğretmen” yine olaya hakimdir. Suçluya ceza verir, kızar. Doğru davranış sergileyenleri “aferin” ile ödüllendirir. Demokratik bir ortamda öğretmen öğrencilerinin ayağa kalkmalarını istemez. Başkanın, arkadaşlarını tahtaya yazmasını istemez. Başkanı sözcü olarak tanımlar. Sınıfının, arkadaşlarının sözcüsüdür. Yapılacak etkinlikle ilgili, arkadaşlarının sorunları ile ya da gelişen bir durumla ilgili sözcülük yapar. Gerektiğinde onlara liderlik eder. Öğretmen ise öğrencilerin uyuşmazlıklarını dinler ve “bu kimin sorunu?” sorusunu sorar. En fazla sorunun çözümünde kolaylaştırıcı olur.
Parmak Kaldırmak, Çoğunluğun Konuşmasını Engeller!
Bir sınıfta öğrenci söz almadan konuşmalıdır. Söz almak, izin istemek otoriteyle ilgilidir çünkü. Bu hem dinleme saygısını, hem katılımı arttıracaktır. Özellikle öğrenilen konuya, okunan metne katkı için yapılıyorsa bir ihtiyaçtır. Özgürce düşüncelerini ifade etmeli, sonra konuşan da hem ekleme yapabilmeli hem önce konuşanlarla ilgili beğendiği beğenmediği yerleri belirtebilmelidir. Mutlaka eleştirel metin ve görsel okumaları olmalıdır. Konuşma, tartışma sırasında öğretmen en az görülecek bir yerde, mutlaka öğrencilerin arasında bir yerde olmalıdır. Gerektiğinde öğretmende bir katılımcı olarak düşüncelerini söyleyebilir.
Kendini ifade eden istediği kıyafetle gelebilmelidir. Öğrenme süreci nesneler için değil insanlar içindir. Kıyafet denilen nesnenin öğrenmeye bir katkısı yoktur. Toplumdaki çeşitliliğin okulda ve sınıfta da görülmesi en azından bireyi önyargılardan kurtarır. Sırf bunun için önceleri kendi beğenim olduğu için tercih ettiğim uzun saç ve küpeyi iş yaparken de kullanmaya başlamıştım. Öğretmen masası sınıfın en kıyısında köşesinde olmalıdır ki sınıfta otoritenin olmadığını anlayabilelim.
Freire’nin Bankacı Sistemi
Freire’nin de tanımladığı gibi, otoriter eğitim anlayışında öğrenci verileni alır, bilgi para gibidir. Ne kadar bilgi sahibiyse o kadar zengin olunduğu sanılır. Ancak o paranın nerede, nasıl harcanacağı bilinmediği için sonunda ya yine beş parasız kalınacak ya da değer ölçüsü olan para gerçek karşılığını bulamayacaktır.
Otoriter eğitimdeki öğrenci düşünmeyi, bilgileri kullanmayı değil itaat etmeyi öğrenecektir. Bu itaat bilgi donanımını da içeren bir şeydir. Çünkü sorgusuz mutlak doğrular olarak bilgiler alınacaktır ve tam da biçimsel, bürokratik eğitimin istenildiği yere gidilecektir. Her mesleğin günden güne değiştiğini, kimisinin yok olduğunu ve önümüzdeki yıllarda başka başka mesleklerin de çıkacağını düşünürsek bu çok bilgili çok makul iyi çocukların geleceğe hazır olmayacaklarını öngörebiliriz. Yani eğitimin o büyük harfli “geleceğe hazırlamak” hedefi otoriter eğitim ile bir yerlere çarpmıştır, çarpacaktır.
Sınıf Oylamaları: Azınlığın Mutsuzluğu
Hemen her kalabalıkta gördüğümüz bir başka alışkanlıksa: “Ortada birden fazla seçenek varsa seçim yapma” alışkanlığıdır. Seçimlerde çoğunluğun dediği olurken, azınlık mutsuz olur. Oysa oradaki topluluğun tamamının en azından hoşnut olması önemlidir. Öyleyse hızlı karar alınmayacaksa farklı seçenekler varsa önce ikna çalışmalarına fırsat verilmelidir. Bu tüm eğitim etkinliklerinde mutlaka uygulanması gerekir. Serbest etkinliklerde, serbest spor etkinliklerinde ise zaman darlığı varsa önce en çok tercih edileni sonra diğerlerini şeklinde sınıfta herkesin tercihini yerine getirmek daha sağlıklı olur. Demokrasi denilen şeyi çoğunluğun azınlığa hükmünden çıkarıp azınlığında memnuniyetini sağlar hale getirmiş oluruz.
Windows ile formatlanan bilgisayar diğer işletim sistemlerinde çalışan programı açamıyorsa çocuk da ezberi, otoriter bir eğitimden geçmişse sonraki yıllarda da aynı işletim sistemi ile yaşayacaktır. Yeni durumlarda ya da “insanlaşma sürecinde” kendi durumuna yabancı tutumlar içerisinde olacaktır. Yaşadığımız bir çok örnekte gördüğümüz gibi. Biz dünyanın her yerinde çoğunluğuz. Tam adıyla ezilenleriz. Tam da ezilenler için demokratik bir sınıf, demokratik bir eğitim geliştirmek zorundayız. Evet eğitim şart ama demokratikse. Yoksa ezilen de ezen de aynı istendik yönde gidiyor zaten.
*Tüketime evet, israfa hayır. ( 4.sınıf sosyal bilgiler konusu)