Birçoğumuz tarih kitaplarını okurken heyecanlanır, o dönemde yaşamış olmanın nasıl bir duygu olduğunu anlamak için hayal kurarız. Hatta o döneme tanıklık edemediğimiz için de zaman zaman içimizde bir burukluk oluşur.
Şu an tarih kitaplarının sayfalarını yaşıyor gibiyiz. Hepimiz az ya da çok strese maruz kalıyoruz. Tüm duygularımız iç içe geçmiş bir vaziyette. Zaten duygularımızı anlama ve anlamlandırma konusunda gündelik hayatta da hep zorlanıyorduk şimdiyse bu zorluk tavan yapmış durumda.
Herkesin Travması Farklı…
Her durumda olduğu gibi pandemi karşısında da bireysel farklılıklarımız ön plana çıkıyor. Birçoğumuz kendisini depresif hissediyor ama kimimiz bununla baş edebiliyorken kimimiz klinik bir müdahaleye ihtiyaç duymak üzere. Neredeyse hepimiz olan biten karşısında travmatize olmuş durumdayken bir kısmımız travma sonrası stres bozukluğu tanısının kıyısında. Bazılarımız yaşadığımız anormal durum içinde verdiğimiz tepkilerin normal olduğunu bilirken birçoğumuz “delirdiğini, kafayı yediğini, kendisinde kesin bir sorun olduğunu” düşünüyor. Ve bazılarımız kendi ruh sağlığını koruyucu etkenleri bilirken bazılarımız bu koruyucu faktörlerin varlığından haberdar dahi değil…
Ölümler arttıkça kaygımız artıyor, ‘alternatif’ denilen hayli riskli yolları bağışıklığı güçlendirme adına denemeye çalışıyoruz. Kimimiz kelle paça çorbasından medet umuyor, kimimiz sirkeyle gargara yapıyor kimimizse sakız niyetine sürekli sarımsak çiğniyoruz. Ve bu yolların hepsinin hüsranla sonuçlandığını kulaktan kulağa aktarılan hikayelerle öğreniyoruz. “Sofrasında kelle paçayı eksik etmezdi, o da hastalanmış, her gün sirkeyle gargara yapardı ama hastaneye yatırılmış…” gibi cümlelerden oluşan kara bulutlar sürekli tepemizde geziyor.
Şu an her birimizin içinde adlandıramadığı bir huzursuzluk var. Sanki bir şey kaybetmiş gibiyiz ama tam olarak ne kaybettiğimizi adlandıramıyoruz. Hayatımızda bir anda bir sürü belirsizlik baş gösterdi. Virüsün nasıl bulaştığı konusunda kafamız karışık, virüsün çeşitli yüzeylerde kalma süresi konusunda net çizgiler olmadığı için kendimizi aldığımız onca önleme rağmen tam olarak koruyup koruyamadığımızı bilemiyoruz. Eğer hastalanırsak nelerle karşı karşıya kalacağımızı, nasıl baş edeceğimizi ve sonrasında neler olacağına dair bilgimiz çok sınırlı. Sevdiklerimiz hastalanırsa hatta yakın çevremizden bu hastalık nedeniyle bir kayıp yaşarsak alışılagelmiş ritüellerin ne kadarını yapabileceğimiz hakkındaki sorular sürekli zihnimizin içinde dönüp duruyor. Pandeminin tam anlamıyla ne zaman biteceğini, ya da tam bitti derken bir başka dalganın başlama ihtimalinin olup olmadığını bilmiyoruz. Normalde rahatsızlık duyduğumuz her şeyin özlemini duymaya başladık. Bir daha ne zaman alarm sesiyle uyanacağımızı ve işe gitmek için hazırlanacağımızı dahi bilmiyoruz. Ve her şeyden önemlisi bunca belirsizliğin hangi biriyle nasıl baş edebileceğimizi de bilemiyoruz.
“Havada Asılı Bir Yas Öbeği Var!”
Psikoloji alanına yas modelini tanıtan Elizabeth Kübler-Ross’un çalışma arkadaşı olan David Kessler, şu an hepimizin yaşadığı garip huzursuzluğun yas olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:
Geçici bir süreliğine de olsa hepimizin dünyası değişti, birçok şey eskisi gibi olmayacak. Hepimiz normallik algısını kaybettik. Ekranlardan uzmanların fiziksel mesafe koymamız gerekliğini bize sosyal izolasyon şeklinde anlatmaları toplumsal bir varlık olan bizlerin doğasına ciddi bir tehdit haline geldi. Hiç hissetmediğimiz kadar yalnız ve tehdit altındaymış gibi hissediyoruz. Havada büyük bir yas öbeği var. Hiçbirimiz bu kadar çok insanın aynı anda yas tutmasına alışkın değiliz. Bir kısmımız gerçek bir kayıp yaşadığı için onun yasını tutarken çok büyük bir kısmımız öngörülen yas sürecinde… Öngörülen yası besleyen en büyük şey ise belirsizlik duygusu. Bir şeyin korkusunun o şeyin kendisinden çok daha büyük olduğunuz biliriz. Hasta birinin yaşadığı korku ile hasta olmaktan korkan birinin yaşadığı korku aynı değildir. Bu ayrımı anlamamız ve öngörülen yas süreci hakkında bilgi sahibi olmamız bizim belirsizliklere karşı tahammülümüzü arttırır. Elizabeth Kübler-Ross’un yas modeli beş basamaklıdır ve herkes yas sürecini aynı hızda veya sırayla aynı aşamaları geçerek yaşamaz. Mevcut pandemi özelinde düşünürsek aşamaları şu şekilde örnekleyebiliriz.
Yas Sürecinin Aşamaları
Reddetme/İnkar aşaması: Bizim genlerimize bu virüs bulaşmaz. Ben zaten bu hastalığını daha önce atlattım.
Öfke aşaması:
Evde kalmak zorundayım ve bu yüzden yapmam gereken her şey yarım kaldı!
Pazarlık aşaması:
Eğer hepimiz alınması gereken tüm önlemleri alırsak 2 hafta sonra her şey eski haline dönecek değil mi?
Derin üzüntü aşaması:
Bu süreç daha ne kadar devam edecek bilmiyorum, her gün bir önceki günün aynısı, içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor.
Kabul aşaması:
Pandemiyi kontrol etme gücüm yok, koşulları değiştiremem ama bu koşullar altında yapabileceğim şeyler mutlaka vardır. Gerçek güç bu aşamada gizlidir. “Ellerimi düzenli yıkayabilirim, fiziksel mesafemi koruyabilirim ve sanal ortamda da çalışmanın, üretmenin yollarını bulabilirim.
Pandemi sürecinde en kötü senaryolar mümkün olduğu kadar en iyi senaryolar da mümkün. Bu iki uç arasında kendi ruh sağlığımızı dengede tutmak için yapabileceğimiz birçok şeyin olduğunu uzmanlar sürekli söylüyor. Herkesin bir fikri var, her bir anımızda canlı yayın anımsatmaları var, zoom davetleri havada uçuşuyor.
Dengede Kalmak İçin Basit Bir Uygulama
Beynimiz stres altında olduğunda ya geçmişe ya da geleceğe fazlasıyla odaklanır. Beynimizi şimdiki zamana getirdiğimizde ise stresimizi kontrol altına alırız. Zihnimizin felaket senaryoları yazmaya başladığında uygulayabileceğimiz basit ve etkili bir teknik şimdiye konsatre olma uygulaması.
‘Şu Andayım, Hayattayım..’
Yapmamız gereken ilk şey bulunduğumuz yerde 5 nesnenin adını saymak ve farklı duyu organlarımızdan gelen uyaranları fark etmek olabilir.
‘Şu andayım, karşımda bilgisayarım, üstümde en sevdiğim hırkam, yanımda kahve bardağım, duvarımda oğlumun fotoğrafı ve kolumda annemin aldığı bileklik var… ‘
Aklımda uçuşup duran felaket senaryoları gerçekleşmedi. Evimde yeteri kadar yemeğim ve suyum var. Hasta değilim. Klavyede yazı yazarken dirseklerim masaya değiyor. Masanın pütürlü bir yüzeyi var, üstümdeki hırkanın tüyleri çok yumuşak, burnumdan aldığım nefesi hissediyorum ve kahvenin kokusu çok güzel…
Ayrıca kendimizin ve çevremizdekilerin anormal bir duruma tepkiler verdiğini bildiğimiz sürece yanıbaşımızdakinin ya da beraber çalıştığımız kişilerin en ufacık bir hareketinde öfke patlaması yaşamamış oluruz. Ne biz normaliz ne de etrafımızdaki insanlar… Bu durumun tek bir güzel yanı var, o da geçici olması…
Doğru Yolda mıyız?
Dünya tarihindeki pandemilere baktığımızda doğru yolda olduğumuzu görüyoruz. Kendi kontrolümüzde olan tüm önlemleri alıyoruz. Şu an tünelin sonunu göremediğimiz için içimizde derin bir karamsarlık olabilir ama tarih bize bu tarz tünellerin hepsinin sonunda ışık olduğunu söylüyor. Hiçbirimiz bize atfedilen geniş zamanlarda ‘ne kadar da mutluyuz’ rolünü oynamak zorunda değiliz. Aksine bu zaman diliminin kendi kişisel dünyamızdaki anlamını bulmayı kendimize hedef seçebiliriz.
İyi duygu ya da kötü duygu diye bir şey var mı?
Her günü birbirinin aynısıymış gibi hissediyor olsak da her gün ayrı bir ruh haliyle güne başlıyoruz. Kimi zaman umudumuz tavan yapmışken kimi zaman yataktan bizi çıkaracak içsel motivasyonumuz dahi olmuyor. Duygularımız da bir uçtan bir uça savruluyor. Toplumsal öğretiler bize bazı duyguların iyi bazı duyguların ise kötü olduğunu söylese dahi biz artık biliyoruz ki duygunun iyisi kötüsü yok. Sadece duygunun ifade ediliş biçimine iyi ya da kötü denilebilir.
İçimizdeki duygu karmaşasını kendimize ya da çevremize adlandırarak anlattığımızda duygumuzu da kabul etmenin ilk adımını atmış oluyoruz. Ve bu duygular kabul edildikçe, kabul edildikten sonra da bir harekete dönüşünce içimizdeki yükü hafifliyor. Örneğin son dakika haberleri, ansızın alınan sokağa çıkma yasağı endişemizi tetikleyebilir ve ağlayabiliriz. Bu son derece normal ve sağlıklı bir durum. Asıl sıkıntı “çok endişeliyim ama endişeli olmamam” lazım dediğimizde, yani duygularımızı kabul etmediğimizde, dolayısıyla harekete de dönüşemediğinde ortaya çıkıyor.
Oldukça uzun bir yazı okudunuz, belki de kendinize gün içerisinde ilk defa vakit ayırmıştınız. Şimdi avuç içleriniz kendinize bakacak şekilde baş parmaklarınızı birbirine tutturun ve ellerinizi göğsünüze koyarak parmaklarınızla omuzlarınıza sarılarak kendinize kocaman bir kelebek sarılması verin…
Unutmayın, içimizdeki huzursuzluğun adı yas, kontrol edemediğimiz birçok şey var… Tüm bunların yanısıra kendi stresimizi kontrol altına alabilmek için aradığımız güç kendi içimizde…