Bilim tarihinin en çok hayranlık uyandırmış cümlelerinden biri ‘from the same principles, i now demonstrate the frame of the system of the world’ der; yani ‘şimdi bu ilkelerden yola çıkarak, sizlere kadim dünyanın hali pürmelalini anlatmaya çalışacağım.’
Cümlenin sahibi, ismini tarihin en büyük matematikçileri arasına yazdırmadan önce büyük zorluklarla baş etmek zorunda kalmıştır. Henüz annesinin karnındayken babasını yitirmiş, çocukluğu yoksulluk ve yalnızlık içinde geçmiş; önceleri karnını doyurabilmek sonraları okula devam edebilmek için ağır işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. Yalnızdır. Ne ailesinden ne de arkadaşlarından yakınlık göremez. Matematiğin kucağına sığınmadan önceki günleri çaresizlik içinde geçer.
Tıpkı Newton gibi, matematiğe yön vermiş pek çok büyük matematikçi de yoksullukla ya da çeşitli zorluklarla baş etmek zorunda kalmıştır. Newton’ın çağdaşı Wilhelm Leibniz’in, Euler’in ya da Bernhard Riemann’ın hayatlarında benzer zorlukları, mücadeleyi görürüz.
İronik olan şudur ki yoksul akademisyenlerin elinde gelişmiş matematik bilimi dünyadaki zenginlik paylaşımının en güçlü araçlardan biri haline gelmiştir. Matematik bilmek, dünyayı anlamanın ve anlamlandırmanın; üretmenin, gücü elinde bulundurmanın; kaynaklara egemen olmanın en önemli araçlarından biridir.
Matematik Bir Zümrenin Bilimi mi?
Belki de bu nedenle, matematik bilimi gibi matematik dersleri de ‘belirli bir zümre’nin çocuklarına ait gibidir. Şehirlerin ‘iyi’ semtlerindeki okullarda daha çok matematik öğretilir. Ekonomik durumu iyi, annesi babası yüksek öğrenim almış öğrencilerin daha deneyimli matematik öğretmenleriyle karşılaşabilme olasılığı, annesi babası ilkokul mezunu olan çocuğunkinden her zaman daha yüksektir.
Sadece bizde değil dünyanın her köşesinde, kentlerin yoksul bölgelerindeki okullarda, tarımsal bölgelerde matematik eğitimi bir şekilde hep aksar. Bazen öğretmenler yoktur, bazen ders saatleri azdır. Çoğu zaman bu fark daha anaokulu yıllarından başlar ve matematik anlayanlarla, anlayamayanlar arasındaki o büyük uçurumu yaratmaya başlar.
Öğrencilerin ekonomik durumu, öğretmenlerin matematik öğretme motivasyonlarını da etkiler. Gelecekte matematik kullanacağı baştan belli öğrenciler daha çok soru sorar, öğretmenlerinden daha fazla destek alırlar; öte yandan sınıfların arka sıralarında oturan, sessiz, hemen anlamayan öğrenciler –genellikle- matematik konusunda öğretmenlerinden cesaret göremezler.
Hem yoksul hem de kız olan öğrencilerin, azınlık öğrencilerin göçlerle gelmiş olanların işi ise herkesten zordur. Öğretmenleri yoksul kız öğrencileri ilk fırsatta evlenecekleri, azınlıkları ya da göçle gelmiş olanları dili yeterince bilmedikleri için görmezden gelir, desteklemezler. Böylece matematik ilk sınıflardan itibaren belirli bir zümrenin bilgisi haline gelir.
En Önemlisi Matematikle Erken Tanışmak
Peki tüm olumsuzluklara rağmen yoksul öğrencileri cesaretlendirecek, matematikte ilerlemelerini sağlayacak adımlar atmanın yolları yok mudur? Bu adımların belki de en önemlisi matematiğe erken yaşlarda başlayabilmektir; tüm araştırmalar, matematik eğitiminde anaokulu ve ilköğretim yıllarının önemini göstermektedir. Matematiğe iyi bir başlangıç yapamayan çocukların neredeyse hepsi eğitim hayatları boyunca matematikte ve sayısal beceri isteyen derslerde başarısız olmaktadır.
Çocuk yoksulluğu ve eğitimi üzerine çalışan Kalifornia Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden ekonomist Greg J. Duncan’a göre “Sayıları anlayıp onlarla çalışabilmek hayata dair pek çok beceri için temel oluşturur. Bu temel, öğrenciyi analitik, üst düzey düşünmeye götürmektedir.” demektedir.
Matematik Öğrenmenin Büyük Engeli: Dil ve Tavır
Öte yandan çocukların matematiğe yakınlaşabilmesinin bir başka koşulu, matematiği soyut bir bilim dalı olarak görmek yerine günlük hayatın araçlarında biri olarak görebilmeleridir. Bunun yapabilmek için de matematiğin nasıl anlatıldığı önemlidir. Sadece işlem yapmayı değil, işlemlerin bir sorunu çözmek için nasıl kullanılacağını anlamak; formulleri ezberlemek değil, problemlerle bağlantılarının kurmak büyük oranda matematiğin ‘dile’ gelmesiyle kavranabilir.
Çünkü Matematik İşlem Yapmak Değil, Problemi Doğru Anlamaktır!
Bu da çocukların sadece doğru yanıtı vermeleri ile değil problemi doğru kavramalarıyla sağlanabilir. Bu nedenle de öğretmenlerimiz ‘matematikçiliğinden’ çok daha fazla ‘iletişimcilikleri’ önemlidir. Çocukların esnek ve yaratıcı matematik düşünürleri olmasına yardım ederek öğrencileri matematik çözümlerini tartışıp sorgulamaya yönelten bir matematik öğretmeni, bu yolda en büyük hazinedir.